tag:blogger.com,1999:blog-10678255307676681622024-03-14T07:48:56.234+03:00Çarpık KadrajK.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.comBlogger827125tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-80345443088553667572016-11-29T11:17:00.000+03:002016-11-29T11:17:28.824+03:00Sinemayı Seven Adam hakkında...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-9Jmbt_odIZg/WD0zv6o2ZYI/AAAAAAAADes/6mIJ0rgIr4ovkwcxfbcwsRZ5MNwERJpWQCLcB/s1600/2016-11-28-PHOTO-00000926.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="425" src="https://2.bp.blogspot.com/-9Jmbt_odIZg/WD0zv6o2ZYI/AAAAAAAADes/6mIJ0rgIr4ovkwcxfbcwsRZ5MNwERJpWQCLcB/s640/2016-11-28-PHOTO-00000926.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
İlk kez adını duyduğum zamanı hatırlıyorum. Hazırlık bitmiş, 19 yaşında taze bir Kimya öğrencisiyim. Yeni dönemin arifesi... Güney Kampüs'teyiz. İsmi lazım değil bir arkadaşla konuşuyoruz. Yaz okulunda sanırım, Mithat Alam'dan ders aldığını anlatıyor öve öve bitiremiyor. Malum arkadaş sonrasındaki muhabbetlerden birinde Edward Norton'ın yönettiği 'Keeping the Faith' konuşulurken 'romantik komedi izleyeceksem Chaplin izlerim' gibi bir atar yapıyor. Ben de içimden 'götüm' diyorum. 'Sanki biz Citizen Kane konuşuyorduk.' Bu tip birkaç anektodla daha o zaman Mithat Bey'i - daha tanımadan, yüzünü bile görmeden - snobbish bir sinema hocası olarak kodluyorum kafamda. Bir süre de böyle gidiyor bu...<br />
<br />
Peki ya ilk tanıştığımız zaman? Merkez'deki odasından hışımla - belki kapıyı çarparak çıkmış bile olabilirim - söylene söylene çıktığım an. Dersini almak için görüşmeye girmişim ama bana önceki sınıfına herhangi bir yeni öğrenci eklemesi yapmayacağını söylüyor. 21-22 yaşlarında olmam lazım. Müzik Kulübü'ne ömrümü verdiğim dönemler ve artık Kimya yapmayacağımı anladığım zamanlar... Zaten öncesinden önyargılıyım adama, züppe buluyorum. Bir de üstüne beni dersine almıyor. Gençlik başımda duman... öfke saçacak yer arıyorum o sırada zaten. Yine mimliyorum kafamda ünlü Mithat Alam'ı. Merkez'deki film gösterimlerine de gidiyorum bir yandan ama bir şekilde inat edip hiç oradaki faaliyetlere katılmıyorum. Kim bilir neler saydırdım o zaman; şimdi hiç hatırlamadığım, hatırlamamın da gereksiz olduğu bir şey ifade etmediği... Bunun sonrasında hep güzel anılar var çünkü.<br />
<br />
Sonuçta, kulüpten 'emekli' olup mezuniyet yaklaşırken son senemde bu sefer düştüm Mithat Bey'in eline zaten. Diplomanın yanında film çalışmaları sertifikası da almak istiyordum ve iki seçmeli daha almam gerekiyordu. 'Auteur Directors I'le başladık yola... Tabii ki inanılmaz önyargılıyım zaten, ilk başlarda ciddi bir kabuk içinde her derse giriyorum ağzımı açmadan çıkıp gidiyorum. Bilen bilir Mithat Bey'in dersleri katılımlı derslerdir. Öncesinde film izlenip sonra çember şeklinde dizilmiş sandalyelere oturup filmler üzerine tartışılır. O daha çok moderasyon yapar. Sinsi bir şekilde istediği yöne doğru da yönlendirir ki, istediği tematik yaklaşımlar tartışılsın. Truffaut geçti, Bergman geçti... gördüklerimden büyülendim ama ağzımı açmadım. O da o sırada içinden geçirirmiş 'bu çocuğu almasaydım keşke derse' diye... Neyse sonra yavaş yavaş çenem açıldı bir süre sonra da susturmak mümkün olmadı zaten. Baktım ki bir zarar yok gelecek. Kimse kimseyi ayıplamıyor, herkes sadece sinema konuşmak için orada ve yıllar boyunca kafamda biriktirdiğim tüm önyargılar birer birer yıkılıyor. Muhabbetler artıyor... sonrası da malum zaten. Hiç bitmeyen sinema muhabbetleri. Unutulmayacak tea&wine partileri ve sonrasında 'nefes' aldıran screeningler. Keşifler, paylaşılan listeler, dedikodular...<br />
<br />
'Sinemayı Seven Adam' kitabını aldıysanız görmüşsünüzdür. Her yıl sonu listeler yapardı. Ben de o zaman liseden beri paylaştırdığım ödülleri yollamıştım ona. (Evet bu blogda gördüğünüz ödülleri aslında ben 93'ten beri falan yapıyorum, öyle bir manyaklık) Bir de filmlere not verdiğim excel çizelgesi. 'Bana ne' der insan... uzun uzun incelemişti notların üzerine tartışmıştık. Hangi filmlere tekrar şans vermem gerektiğini söylemişti. Benim bazılarını niye haddinden fazla beğendiğimi konuşmuştuk. Isabelle Huppert'in La Pianiste'deki, Julianne Moore'un Far from Heaven'daki performanslarını tartışmıştık. Onunla sadece oyuncuları konuşmak da ayrı bir keyifti. Hatta bir kere, artık olağanüstü animasyonlar olduğunu senaryolarının live action'lardan daha iyi olduğunu söyleyip onu Pixar izlemeye ikna etmeye çalışıyordum. Bana 'oyuncuların gözleriyle nefesleriyle verdiği o hissi animasyonun vermediğini' söylemişti.<br />
<br />
Festival buluşmaları aklımda, Urban'da kutlanan doğumgünleri (ki onun doğumgünü festivale denk gelirdi hep) Salonlardan o da şikayetçiydi bizim gibi ve tabii ki seyirciden de... en ünlü anektodlarından birisi birgün yerinden kalkıp salonda mısır yiyen bir adamın yanına gidip mısırı alıp yerine geri dönmesiydi sanırım. Bir de hiç unutmam Tsai Ming Liang filmlerinde salondan çıkanlarla çok eğlenirdi.<br />
<br />
Darmadağınık o kadar çok şey aklıma geliyor ki... Mezuniyet arifesinde onunla Merkez'de dertleştiğimiz, ne yapmak istediğime karar vermeye çalıştığım o anlar. Beni ismi lazım değil bir yapımcının önüne atarak ilk iş görüşmemi yapmamı sağlaması. (Hem de herkesin ortasında) Auteur II'de yazdığım paper için duyduğu heyecan (kaybettim onu da... ondan da istemedim hiç nedense, saklamıştır kesin onları da.), It's A Wonderful Life izlerken 'çocukluk bilyelerini bulmuş' bir adamın coşkusu, Fassbender izletirken uğradığımız şok karşısındaki hınzır gülümsemesi, dönem sonu ödüllerde Baki'yle 400 Blows propagandalarımıza katılması, yaptığımız kısa filmleri izlerken gülmekten kırıldığı o anlar, Gus Van Sant'le o toplu buluşma, sonrasındaki kebapçı muhabbetine katılmamıştı yalnız.. ama o gün yanında öğrencileriyle gururlandığı o kadar açıktı ki. Hep zaten çevresinde eski yeni öğrencileriyle ne kadar mutlu olduğunu hissettirirdi gözleriyle. Hrant Dink'in vurulduğunu duyduğumuz gün sofradaki o halimizi hatırlıyorum. Hayatın getirdiği tatsız olaylarda sakinliği kaybetmeden üzerine tartıştığımız da oldu, doyasıya her şeyle - kendimizle dahil - dalga geçtiğimiz zamanlar da... Tatil Kitabı'nın İstanbul Film Festivali'nde en iyi filmi kazandığını Marmara'nın lobisinde öğrendiği zaman çocuklar gibi zıplaması ve eve giderken koşarak kapanış kokteyline katılması gözümün önünden hiç gitmiyor... Bir de tabii Seyfi'nin cenazesindeki bitmişliği... nasıl üzülmüştü.<br />
<br />
Üzüldük sevindik ama hep daha çok gülmeye çalıştık. Okulda çok zor bir iş yaptı. O kadar da kolay değildi yaptıkları, her şey kırmızı halılar değildi. Merkez'i ayakta tuttu. MAEV'i açtı, MAFM'nin yaptığı, önayak olduğu her şeyi titizlikle inceledi. Ama her ne kadar aşırı disiplin (diktatör diye dalga geçtiğimiz de oldu) hep fikirler aldı. O zamana kadar kimsenin konuşturmadığı biz çocuklar, açık açık orada fikirlerini beyan etmeye ve gerekirse onları savunmaya kalkıştı. Arada darılıp kırılırdı da istediği bir şey olmayınca ama onu aslında sürekli gençlerden aldığı enerji hayatta tuttu bence. Ne iyi yaptı ki, iş adamlığıyla kalmadı. Uğraştı ve bir aile kurdu orada. Hiç çocuğu yoktu ama ardında gözü yaşlı çok evlat bıraktı.<br />
<br />
Dün ölüm haberinden sonra çalışma arkadaşlarıma şunu söyledim. 'O olmasaydı beni tanımıyor olurdunuz şu anda' dedim. Doğru da... Kimya yapmıyor olurdum o kesin... ama sinema master'ına bulaşmam... sonrasında ille bu sektöre gireceğim diye didinmeler. Onun desteği hep vardı. Ona yaptığımız işleri yorgun argın ve hatta bıkkın bazen de önemsemez tavırla anlatırken gözünde o sevinci ışıltıyı görmek bana hep daha fazla azim verdi. Çünkü biliyordum ki, bir üstüne çıktığımda daha da çok sevinecekti. Ufak bir isteği olmuştu benden. O kaldı miras seviyesinde ama içimde daha büyük vasiyetler var, onun için yapacağım. İyi olmasın varsın, en azından yaptım diyeceğim.<br />
<br />
En son bu yaz Ürgüp'e gitmeden önce gördüm. Sonra dönüşte bir türlü iyi koşulları yakalayamadık. ABD'deyken dua ettim, bir kere daha göreyim dedim. Durumu daha da kötüleşti. Mailler attım... en son öğretmenler gününde.. okuyamayacağını bile bile. Ama işte bir umut...<br />
<br />
Bu yazı hiç bitsin istemiyorum, bitince her şeyiyle gidecekmiş gibi geliyor şu an. 'Publish' butonuna basarsın ve uçar gider yazı. Sohbetler bitti ama ardında inanılmaz büyük geniş bir aile bıraktı. Aslında biz onunla yaşamaya devam edeceğiz. Güle güle Mithat Bey... ne kadar teşekkür etsem az size... O şen kahkaha, o candan sarılma, sınırı olmayan espriler... hakkınızda di'li geçmişle konuşmaya başlamak çok zormuş.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://2.bp.blogspot.com/-_zJfsyk6Bis/WD03mpyq77I/AAAAAAAADe4/Y_Qp56q-iP8TCyFPFZ3aKRSXVPt7XsPIQCLcB/s1600/25245_390485306348_3537036_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="241" src="https://2.bp.blogspot.com/-_zJfsyk6Bis/WD03mpyq77I/AAAAAAAADe4/Y_Qp56q-iP8TCyFPFZ3aKRSXVPt7XsPIQCLcB/s640/25245_390485306348_3537036_n.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">2010 Mithat Alam screening</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://4.bp.blogspot.com/-IC4IoX3jwOc/WD03uxrhbyI/AAAAAAAADe8/H1M2MNVJDxgw4EnOITpd9Ns-v3S7lVIaACLcB/s1600/384136_10151595217831349_131469898_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="482" src="https://4.bp.blogspot.com/-IC4IoX3jwOc/WD03uxrhbyI/AAAAAAAADe8/H1M2MNVJDxgw4EnOITpd9Ns-v3S7lVIaACLcB/s640/384136_10151595217831349_131469898_n.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mart 2013 Mithat Alam Screening</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://2.bp.blogspot.com/-aAhHxSzhpS4/WD03u7DUMVI/AAAAAAAADfE/rW936eACLxAg5wn18qXJJck97njuWiBewCLcB/s1600/12371172_10153914346431349_1924448671145640780_o.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="404" src="https://2.bp.blogspot.com/-aAhHxSzhpS4/WD03u7DUMVI/AAAAAAAADfE/rW936eACLxAg5wn18qXJJck97njuWiBewCLcB/s640/12371172_10153914346431349_1924448671145640780_o.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Aralık 2015 Mithat Alam screening - Bendeki son fotoğrafı</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://3.bp.blogspot.com/-NiFs9uhdyKs/WD03u-YHLnI/AAAAAAAADfA/Ge2egvMoursBVgMaGacFsKdu5A8rMJNjACLcB/s1600/23850032%2Bcopy.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="394" src="https://3.bp.blogspot.com/-NiFs9uhdyKs/WD03u-YHLnI/AAAAAAAADfA/Ge2egvMoursBVgMaGacFsKdu5A8rMJNjACLcB/s640/23850032%2Bcopy.JPG" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mezuniyet Balosu 2004</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-oOJOwXptLyk/WD03wenbedI/AAAAAAAADfQ/IZD7yBoniE8_9hGlfWMZcKAiXxbWmJicgCLcB/s1600/bog-1a.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="406" src="https://1.bp.blogspot.com/-oOJOwXptLyk/WD03wenbedI/AAAAAAAADfQ/IZD7yBoniE8_9hGlfWMZcKAiXxbWmJicgCLcB/s640/bog-1a.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Tea & Wine (Auteur Directors II class)</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://3.bp.blogspot.com/-Mp-8sCpGEuQ/WD03v8TQv6I/AAAAAAAADfI/H-eEygVxPtoyGlFqhNNIwCGXJ1FK-a4JQCLcB/s1600/bog-1e.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="428" src="https://3.bp.blogspot.com/-Mp-8sCpGEuQ/WD03v8TQv6I/AAAAAAAADfI/H-eEygVxPtoyGlFqhNNIwCGXJ1FK-a4JQCLcB/s640/bog-1e.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">100% Attendance ödülü :)</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://2.bp.blogspot.com/-1jtz62UwV7w/WD03wUHSPsI/AAAAAAAADfM/ZucUPPotPEAfIaAFBx9heqadFCWuJYiXQCLcB/s1600/bog-6-3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="382" src="https://2.bp.blogspot.com/-1jtz62UwV7w/WD03wUHSPsI/AAAAAAAADfM/ZucUPPotPEAfIaAFBx9heqadFCWuJYiXQCLcB/s640/bog-6-3.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Yıl kimbilir kaç... Mithat Alam screening</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://3.bp.blogspot.com/-pm92QW5TIMw/WD03wk1nJXI/AAAAAAAADfU/fnl5RCczgFkNleCxbCTDVC4k1HJVLTzYgCLcB/s1600/bog-7-3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="386" src="https://3.bp.blogspot.com/-pm92QW5TIMw/WD03wk1nJXI/AAAAAAAADfU/fnl5RCczgFkNleCxbCTDVC4k1HJVLTzYgCLcB/s640/bog-7-3.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mithat Alam kamera arkasında... :) (Tea & Wine - Auteur Directors I class)</td></tr>
</tbody></table>
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-57932420853114648062014-10-19T13:22:00.002+03:002014-10-19T13:24:00.043+03:00Filmekimi 2014 Hasar Raporu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-CXufg2PVvcM/VEGXkS5xN2I/AAAAAAAADSo/93kEG5Hbh24/s1600/whiplash.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-CXufg2PVvcM/VEGXkS5xN2I/AAAAAAAADSo/93kEG5Hbh24/s1600/whiplash.jpg" height="406" width="640" /></a></div>
<br />
Geçen yıl içinde bulunduğum anlamsız çalışma temposu ve bu yıl festivale de katılamamanın verdiği gazla Filmekimi'nden minimum kayıpla çıkmaya çalıştım. Malum bu kadar kısa sürede bu kadar yoğun film izleyince akılda kalan şeyler tehlikeye düşüyor... Bu sebeptendir ki, bu notlar aslında kendime bu filmleri hatırlatma amacıyla alınmış notlardır. Filmler beğeni sırasına göre dizildi.<br />
<br />
Festivaller biraz da o yılın nabzını tutmak açısından çok faydalı oluyor. Başlıktaki 'Hasar Raporu' ibaresi ise laf oyunundan ibaret. Zira bu sene Filmekimi'nde izlediklerimden sonra ''2014 filmleri bittiğinde 'gayet tatmin edici bir yıl olmuş' diyeceğiz galiba.'' diye düşündüm.<br />
<br />
<b>1. Whiplash </b><i>d.Damien Chazelle </i><br />
Açık konuşmak gerekirse filmle ilgili beklentim iyi bir J.K. Simmons performansı görmenin ötesine geçmiyordu. Yine de bu seçkide fragmanını izlediğim nadir filmlerdendi ve en azından çıkış noktasını da gayet güçlü bulmuştum ama sonuna kadar bunu tutarlı bir şekilde aktarmasını da beklemiyordum. Ancak beni feci morarttı. Andrew (Miles Teller) ve Fletcher (Simmons) arasındaki ilişki çetrefilli bir hale ulaştıkça 'aha şimdi sıçtı' dediğim noktalarda film kendisini yeniledi ve beklenmedik - ancak elbette öykü içinde tutarlı - biçimler aldı. Senaryodaki twistler ve bunları çok da abartıya kaçmadan sunma meselesi bir ömre bedeldi bence. Bunun yanında Chazelle'in müzik ve özellikle caz üzerinde hakim olması şüphesiz ki filmin ritmine de karşı konulmaz bir cazibe katıyordu. Uzun zamandır izlediğimiz en iyi kurgulanmış müzik filmlerinden birisiyle karşı karşıyayız. Filmin her bir karesi özenli ve hiçbir anı boş değil. Miles Teller ve J.K. Simmons şaşırtmıyor elbette ama harika olduklarını da söylemeden geçmeyelim. Melissa Benoist ise tıpkı <i>The Social Network'</i>teki Rooney Mara'nın durumunda olduğu gibi akılda kalıcı bir etki bırakıyor.<br />
<br />
<b>2. Turist (Force Majeure) </b><i>d. Ruben Östlund</i><br />
Sonbahar festivallerinde çok duyduk. Hatta Cannes'da ana yarışmada olan filmlerden daha da çok duyduk. Şahsen, daha sözlük anlamıyla bir doğal felaket filmi bekliyordum. Bu anlamda film beni hazırlıksız yakaladı.. iyi de oldu. Östlund'un yaklaşımındaki Avrupa soğukluğu bu cinsiyetler çatışması öyküsüne çok iyi bir gerilim kazandırıyor ve bir noktadan sonra aslen 'çığ' gibi bir tehlike olmayacağını sezmenize rağmen de hala diken üstünde oturmanızı sağlıyor. Aslında 'Turist'in en büyük albenisi bu gerginlik içine enjekte ettiği mizahta. Alaycılık her an hissediliyor ve özellikle aile içi gerilimin etkisini de pekiştiriyordu bence. Harika yazılmış diyaloglar ve karakterler var film içinde. Muhtemelen <i>'Gone Girl'</i>le birlikte bu yılın 'ilişki şekillendiren' filmlerinden birisi olacak. Johannes Kuhnke iyi ama asıl Lisa Loven Kongsli'nin doğallığı bir başka.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<b>3. Deux Jours, Une Nuit (Two Days, One Night) </b><i>d. Jean & Luc Dardenne</i><br />
Dardenne kardeşlerin hümanist öyküleri sanırım hiçbir zaman bayatlamayacak. Çok bilindik <i>Bisiklet Hırsızları </i>misali bir hikayeyle karşı karşıyayız. Filmimiz depresyondan yeni çıktığını iddia eden ama hala hassas bir noktada konumlanmış Sandra'nın hayata tekrar tutunma yolculuğu aslında. ('Neden iki gün bir gece?' tartışmasına girdik film çıkışında, onun net bir cevabını da bulamadık) Filmin en çekici yanı şüphesiz ki, karakterinin yolculuğu sırasında çok iyi bir toplumsal manzarayı ortalığa seriyor oluşu. Tekrara fazla kaçmıyor her tekrara kaçacağını hissettiğinizde ise ufak dokunuşlarla malzemesini çeşitlendirmeyi beceriyor. Kişisel bunalım, ekonomik bunalımla organik bir şekilde bağlanıyor ve aslında çaktırmadan film, karşımıza günümüz Avrupa'sının bir portresini çiziyor. Dardenne kardeşler yine en doğal kamera hareketleriyle karakterlerini takip ediyor, seyirciyi de asla boğmuyor. Son üç yıldır arka arkaya Cannes'da olağanüstü performanslarıyla ödül kaçıran Marion Cotillard'ın bu sene Julianne Moore'a neden ödülü kaptırdığı anlaşılır bir şey ama bu, performansının harika olduğu gerçeğini değiştirmiyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-gDW9dBM31RM/VEJYUhmejUI/AAAAAAAADS4/2CI9RglyIb4/s1600/kreuzweg-stations-of-the-cross.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-gDW9dBM31RM/VEJYUhmejUI/AAAAAAAADS4/2CI9RglyIb4/s1600/kreuzweg-stations-of-the-cross.jpg" height="326" width="640" /></a></div>
<br />
<b>4. Kreuzweg (Stations of the Cross) </b><i>d. Dietrich Brüggemann</i><br />
İki kardeş Dietrich & Anna Brüggemann bundan sonra takip listemde olacaklar. Bu yıl Berlin'de filmin en iyi senaryo ödülü almış olduğunu unutup filmden 'aman tanrım bu nasıl güzel yazılmış bir senaryo' şeklinde çıktım. (Tabii aslında ödülün çok bir anlamı yok, özellikle festivallerde bu konuda pek iyi seçimlere rastlamıyoruz sonuçta.) Brüggemann kardeşler İsa'nın çilesi konseptini, işin aşamasındaki başlıkları koruyarak modern dünyada geçen yeni bir öykü çıkarmış ortaya. Elbette olay İsa'nın macerasından çok farklı bir şekilde işliyor ama konuyla alakasız da değil. Film, bu stepleri plan sekanslar üzerinden aktarıyor. Açık söyleyeyim.. ilk kısımda oldukça eğlendikten sonra, ikinci set-up'taki karşı konulmaz tiyatro mizanseni ve işin chapter chapter ilerliyor oluşuna feci bozuldum ve içimden bir 'eyvah' çektim... ama Brüggemann kardeşler o kadar iyi bir metin yazmışlar ki, kısa sürede kendinizi filmden çıkamaz bir durumda buluyorsunuz. Dahası Dietrich Brüggemann'ın yarattığı mizansenlerin hepsinin de aşırı teatral olduğunu söylemek imkansız. Hatta bazılarının feci dahice olduğunu bile iddia edebilirim. Elbette her chapter bu bütünün içinde olmasının verdiği güçle daha da etkili oluyor. Brüggemann'ın oyuncu yönetimi de övülecek bir başka kısım. Başroldeki Lee van Acken ve annesini oynayan Franziska Weisz başta olmak üzere oyuncuların hepsi çok çok iyi. 'Çile' bu senenin en akılda kalıcı işlerinden.<br />
<br />
<b>5. Leviathan </b><i>d. Andrey Zvyagintsev</i><br />
Elbette devlet içi çürümüşlük meselesi hangi coğrafyaya gidersek gidelim aynı, değişen bir şey yok. 'Aaaa bizimle aynı' şaşırmalarına gerek yok zannımca. Zvyagintsev'in başarısının sırrı, zaten bunları ortaya sermesinden ziyade bu işi nasıl yaptığında saklı bence. Ortalama sayılabilecek ama parçalanmaya kendi içişlerinde de müsait bir aileyi ve etrafındaki figürleri odağına alarak onları politik entrikalarla çeviriyor. Bu şekilde çöküş çok daha sorunlu ve zengin oluyor. Leviathan, aynı zamanda Zvyagintsev'in yoğun dramlarına hafifletici dokunuşlarını da yerleştirdiği ilk film sanırım. Film, öncekiler gibi çok yoğun trajedi havasına sokmuyor sizi... daha gerçek, daha dünyevi bir hale bürünüyor. Elbette çok entrikalı, şaşırtan bir anlatım söz konusu değil. Ancak bu olgunluk benim daha çok hoşuma gitti ve ne yalan söyleyeyim aşırı şıklığa prim vermeyen görsel anlatımının da film için bir eksiklikten ziyade bir kazanım olduğunu düşünüyorum.<br />
<br />
<b>6. Boyhood </b><i>d. Richard Linklater</i><br />
Aslında Boyhood'u geçen Şubat !f İstanbul'da seyretmiştim ama madem burada da program dahilinde - ve seçkinin en favori filmlerinden birisi - hazır fırsat varken bir iki laf edeyim. Tabii filmi izlediğimizde daha şimdiki gibi bir fenomen meselesi yoktu ortada. Berlin'de yönetmen ödülü almış heyecan verici bir proje izlemek üzere tutmuştuk salonun yolunu. Şu anda izleyenler ise Metacritic'te 100 ortalamaya sahip muhtemelen yılın en çok abartılan filmini görmeye gidiyorlar. Dolayısıyla tepki de değişebilir. Ben çok daha mütevazı koşullarda izlediğim için filmle aramda da belki daha duygusal bir ilişki kurabildim. Boyhood'un asıl meselesi bence elbette gerçek zamanlı çekilmiş olması değil. Asıl beni cezbeden yanı büyüme meselesine son derece doğal, samimi, düşündüren bir gözle bakması. Süreç içerisinde çok anormal dönüşümlerden kaçınarak işi biraz daha evrensel, biraz daha herkese yönelik bir hale getirmesi. Tabii ki bu aşamada filme dair eleştireceğim en büyük mesele annenin diğer erkeklerle olan sorunlarının aşırı bir tekrar hissi yaratması. Farklı kesimlerden gelen karakterlerin bile aynı kapıya çıkan dönüşümleri film içerisinde beni biraz rahatsız etmişti. Ancak Linklater hem ana karakterimiz hem de ebeveynlerinin büyüme meselesini inceliyor bence ve bu konuda çok etkileyici bir iş de çıkarıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-4PIRpfxGRQM/VEJZBAW02jI/AAAAAAAADTM/mY2XOn80jkw/s1600/mike-leigh-mr-turner-timothy-spall.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-4PIRpfxGRQM/VEJZBAW02jI/AAAAAAAADTM/mY2XOn80jkw/s1600/mike-leigh-mr-turner-timothy-spall.jpg" height="324" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<b>7. Mr. Turner </b><i>d. Mike Leigh</i><br />
J.M.W. Turner'ın hayat hikayesini perdeye taşıyan Mr. Turner'la ilgili çok parlak şeyler duymamıştım ama Mike Leigh'nin beni yine mest ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Aslında işin özüne baktığımızda Leigh filmografisinden farklı bir yerde durmuyor film. Yine doğaçlama kokan ama öyle olamayacak kadar dinamik gözüken senaryosu ünlü ressamın aykırı dünyasını öyle bir resmediyor ki... tıpkı resimlerinin kendisi gibi dağınık, kalabalık ama bir araya gelince en uyuşmayan parçalar bile bütünleştirici bir manzara çıkarıyor. Turner'ın arıza katsayısı arttıkça film de kendini daha serbestleştiriyor ama dönemin toplumsal bakışlarından da elini hiç çekmiyor. Filmde ağzını açan her oyuncu harikulade.. enfes bir ensemble söz konusu. Timothy Spall ise diğerleriyle uyum sağlamaktan ziyade onlardan hep ayrı bir pozisyonda kendini tutmayı beceriyor. Tek bir istisna olarak ise babasını oynayan Paul Jesson'ı sayabilirim. Sanat yönetmenliği, makyaj gibi teknik alanlarda film bir harika... ama filmin gizli kahramanı şüphesiz ki Dick Pope... Mike Leigh'le beraber enfes bir iş çıkarmışlar.<br />
<br />
<b>8. Adieu Au Langage (Goodbye to Language) </b><i>d. Jean-Luc Godard</i><br />
Jean-Luc Godard ve şekilsiz düşüncelerine bir kere daha hoş geldiniz. Evet, sinemada görebileceğimiz en manyak kişiliklerden birisi bir kere daha bizi dağınık, gıcık, sert, yoluk düşünceleriyle başbaşa bıraktı bu sene. Filmin çok sevmeyeni var biliyorum - ve bunun sebepleri de gün gibi açık. Godard zaman içinde coşturduğu yabancılaştırma etkisini gitgide artırıp içine girilmesi iyice zor işler yapmaya başladı. Film Socialisme açıkçası beni baymıştı. 3x3D'deki kısası ise basitçe özensizdi. Ama Adieu au Langage'a bence olmuş. Elbette deneysel - ve ortalıkta yazanların aksine - non-narrative bir şey izlediğinizin de farkına varmak gerekiyor. Godard'ın bir biçim icat ettiğini söylemek zor; bu kurgu oyunları ve kafaya kazınan felsefe tartışmaları ile tarihsel hesaplaşmalar konusunda - ama yaklaşık 60 yıldır nev-i şahsına münhasır bir sinema yaptığını da kabul etmek gerek. Neyse konumuz Godard'ın kariyeri değil zaten. Son dönemin görsel hastalığı 3D'ye bulaşıp insanlığın tarih boyunca denk geldiğimiz hastalıklarını tartışan ve bunları parça parça - ne hissediyorsan o! - şeklinde birleştiren bir sinema bana son derece zihin açıcı bir egzersiz gibi geliyor. Olay 80 küsür yaşında bir adamın bunu yapması değil... bu tip kışkırtıcı ve zorlayıcı kurgu deneylerine ihtiyacımız var. Elbette çoğu Godard gibi tekrar izlenmesi lazım... ilk seyirde ancak bir izlenime sahip olabiliriz.<br />
<br />
<b>9. Amour Fou </b><i>d. Jessica Hausner</i><br />
Lourdes'i izlememiştim ama Jessica Hausner takip edeceğim yönetmenler arasına girdi diyebilirim. Tıpkı 'Kreuzweg' gibi sabit kamerayla uzun planlarla anlatım tercih eden 'Amour Fou' dönem filmi olması itibariyle bu yönden daha az iç gıcıklıyor. Bohem bir şair ve toplumsal normları bünyesine ölesiye sindirmiş bir kadın filmin odak noktasında ama orta sınıf davranışlarını da ufak gruplar üzerinde görmek mümkün. Filmde beni asıl etkileyen şeyin ise ikili arasındaki dinamizm olduğunu söyleyebilirim. Burada alıştığımız şekilde bir 'çılgın aşk' yok. Farklı kutupların en anlamsız koşullarda birleşmesi var. Ve üstelik iki taraf da ölesiye aptal. Hausner'in alaycı yapısı filme harika bir şekilde nüfuz ediyor. Bu tip alaycı öyküler çok gördük ama sanırım bu benim gördüğüm en samimi ve taraf tutmayan - daha doğrusu her aptallığı anlamaya çalışan - iş oldu. Filmi izlerken büyük bir zevk aldım. Harika bir senaryo, tatmin edici performanslar.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-k7qW8OzSB7k/VEJZiji5OtI/AAAAAAAADTQ/-qgPkBYoMio/s1600/emma_roberts-palo-alto.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-k7qW8OzSB7k/VEJZiji5OtI/AAAAAAAADTQ/-qgPkBYoMio/s1600/emma_roberts-palo-alto.jpg" height="336" width="640" /></a></div>
<br />
<b>10. Palo Alto </b><i>d. Gia Coppola</i><br />
Sonu Sofia gibi olmasın, Coppola klanının sinemaya katılan en yeni üyesi Gia, göz gezdirdiği gençleri anlayan bir iş çıkarmış ortaya. Film biraz Sofia Coppola'nın son filmi 'Bling Ring'i de hatırlatıyor ama ne onun kadar aymaz, ne onun kadar görmemiş, ne de onun kadar yabancı. Palo Alto gerçekçi olmasıyla biraz daha sınıfı geçer bir hal alıyor. Coppola'nın en alkışlanası yanı ise karakterler ve öykünün üzerine çıkıp yarattığı atmosferle derdini anlatıyor olması. (Bu kısım da kendini bozmadan önce Sofia Coppola'da gördüğümüz bir özellikti) Ama kıyaslama kısmını Coppola'lardan çıkarmak istersek burada derdini çok aykırı sulara kaçmadan anlatan bir Larry Clark görmek mümkün. Ve hatta filmin bana fazlasıyla Gus Van Sant'in Paranoid Park'ını hatırlattığını da söyleyeyim. Gençlerin öyküleri son derece gerçekçi, bir uyum içinde birleşebiliyor. Emma Roberts ve Nat Wolff gibi isimler de filmin dikkat çekici oyuncuları. Bu arada işin James Franco kısmına da gelmek lazım. Senaryo kısmına da bulaşmış ve ben bu deli-manyak ne yaparsa izlemek ister hale geldim. Umarım Franco ve işbirlikçileri zaman içinde daha cesur, daha arsız bir şekilde yollarına devam ederler.<br />
<br />
<b>11. Les Combattants (Love at First Fight) </b><i>d. Thomas Cailley</i><br />
Filmekimi'nin şeker tadında aşk hikayesi de buydu. Cailley, çok düzgün ve olaya hakim mizansenler kuruyor. Öykü anaakım sinemayı destekleyecek bir yapıya sahip ancak eleman, buna sırtını yaslayıp kolaycı bir anlatıma girişmiyor. Tabii ki çok alternatif yollar bulduğunu da söylemek naiflik olur ama Cailley'nin mizansenlere özenerek ve mizahını geride tutmayarak filme hatırlanası bir tat kattığını söylemek yerinde olur. Bir kere genç bir sinema var karşımızda... moody olmaktan korkmayan ama bunu tek silahı haline de getirmeyen bir anlayış. Karakterler son derece eğlenceli ve tüm absürtlüklerine karşın inandırıcı. Bunun yanında iki ana karakterimiz son dönemde gördüğümüz en uyumlu romantik çiftlerden birisiydi bence. Özellikle Adele Haenel'i takip etmek gerek ileride.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-bMnIlVPD1DI/VEJZ94APClI/AAAAAAAADTY/lwttQMxUt9M/s1600/Kraftidioten-in-order-of-disappearance.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-bMnIlVPD1DI/VEJZ94APClI/AAAAAAAADTY/lwttQMxUt9M/s1600/Kraftidioten-in-order-of-disappearance.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<br />
<b>12. Kraftidioten (In Order of Disappearance) </b><i>d. Hans Peter Molland</i><br />
Fargo misali bir intikam öyküsü. Şu ana kadar sık sık adını duyduğum ve bir türlü izleme olanağı bulamadığım Molland'ın anlatımı son derece bilindik sularda geziyor. İster istemez içinde bulunduğu coğrafyanın eşsiz yapısından da görsel anlamda iyi faydalanıyor. Film dinamizminden hiçbir şey kaybetmiyor ama elinde imkan varken 'kitsch' olma arzusunu da sanki aralarda frenlemeye çalışıyor gibi geldi. Bu anlamda filmin içinde bazı uyuşmazlıklar da yok değildi. Misal, filmimizin kötü karakteri Greven (oyuncusunun da iki boyutluluğu sağ olsun) inanılmaz karikatürdü. Ancak onun dışında neredeyse herkesin çok tutarlı suç janrı kişilikleri olduğunu söylemek mümkün. Harika bir iş çıkaran Bruno Ganz'a ayrıca şapka çıkartıyorum tabii ki. Ölüm duyurularıyla öyküyü bölmek ise son derece tatlı ve filme hoş bir süs katan bir tercih olmuş. Son derece eğlenceli ve beklediğimin aksine sonlarda sarkma gibi sorunları bulunmayan düzgün yazılmış bir suç öyküsü.<br />
<br />
<b>13. Le Meraviglie (The Wonders) </b><i>d. Alice Rohrwacher</i><br />
Cannes'daki ödülünden bahsetmeyeceğim.. sonuçta o onların zevki. Ama Le Meraviglie her ne kadar ödülünün ağırlığı altında ezilse de hoş bir büyüme öyküsü. Bir kere filmin doğal ve sempatik tavrı her şekilde cezbediyor insanı. Çocukların dünyasına inebiliyor Rohrwacher. O hayalcilik, o umut bir şekilde - iyi çizilmiş baba karakterinin baskınlığına rağmen - çok doygun bir şekilde filme yediriliyor. Dahası bu zıtlıklar arası çatışmalar da son derece yerinde. Akdeniz sıcaklığı ve sosyo-ekonomik durumun yarattığı karamsarlık temiz bir şekilde birbirine bulaşıyor. Sondaki kaçma, kaybolma ve saklanma meselesi bence uzuyor. Onun da yapaylığının en önemli sebebi filmin başından beri çok saçma bir şeye hizmet eden ve belki de en gereksiz karakter olan o teyze zaten... Aralarda aksaklıklar var ama ruhu bunları örtmeye yetiyor bence. İtalya niye bu filmi Oscar'a göndermemiş anlamak zor.<br />
<br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><b>14. </b><b>En duva satt på en gren och funderade på tillvaron (</b><b>A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence) </b></span><i>d. Roy Andersson</i><br />
Bu sene Venedik'te Altın Aslan alan Roy Andersson'ın son filminin bende uyandırdığı hisler çok farklıydı. Ama benim kaptığım ana his yalnızlıktı sanırım. Elbette 'Güvercin' tek bir tema üzerine okunacak bir film değil kanımca... aslen seyircinin haleti ruhiyesiyle filmi okumasının birbirine fazla bağlı olduğunu düşünüyorum. Film boyunca en absürd mizansenlerle - yine çoğunlukla statik kamera ve plan sekanslar eşliğinde - ayrı ayrı chapter'lar izliyoruz. Bunlar bir süre sonra içinde bulunduğu karakterler dolayısıyla birbirine bağlanıyor ama tam olarak narrative düzlemde içiçe girdiklerini de söylemek zor. Daha çok ruh kardeşi şeklinde bağlanıyorlar. Yoğun melankoli duygusu ve absürt komedinin birleşmesi sonucunda ortaya özel bir deneyim çıkıyor kuşkusuz ama çeşitli bölümlerin birbirinden çok ayrıksı durması da bende ister istemez bir 'Benny Hill Show' havası da yaratmadı değil. Yine de 'Güvercin' bu yılın hoş güzelliklerinden birisi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-E28zgQJb_cw/VEJaNGHpF6I/AAAAAAAADTg/8aqTQKgdDAI/s1600/mommy-anne-dorval-xavier-dolan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-E28zgQJb_cw/VEJaNGHpF6I/AAAAAAAADTg/8aqTQKgdDAI/s1600/mommy-anne-dorval-xavier-dolan.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<i><br /></i>
<b>15. Mommy </b><i>d. Xavier Dolan</i><br />
Xavier Dolan'ı sonunda Cannes'da ana yarışmaya taşıyan ve hatta Jane Campion'la duygusal anlar yaşatan 'Mommy' bende hayal kırıklığı yaratan son iki filminden sonra kendisine biraz daha güven duymamı sağladı. Ama o kadar da değil.. Dolan'ın çok ciddi bir uzatma sorunu var hala... daha şaşaalı, daha görkemli, daha etkili yapacağım diye bu şekilde kasması beni çok rahatsız ediyor. Elbette ilk iki filminde de sorunlar vardı ama onların özünde bence yaşa uygun bir amatör güzellik de vardı. Şüphesiz ki Dolan, artık bütçe sorunlarıyla da uğraşmadıkça çok daha yetkin işler çıkarıyor ama yine sanki zihniyetini de biraz olgunlaştırmalı gibi bir his uyandırıyor. Kadrolu oyuncuları Anne Dorval ve Suzanne Clement ile filmin başrolündeki Antoine-Olivier Pilon gayet iyi, aralarda fazla abartıyorlar, bu da ister istemez dikkat dağıtıyor ama yiyoruz genel olarak. Filmin fazlasıyla hayranı var ama beni herhangi bir şekilde vurduğunu söylemek mümkün değil. Yine iyi bir çaba ama şu bir gerçek; Dolan 5. filminde hala aynı amatör havayı koruyor. Sadece amatör ruh olsa iyi. Ama işin diğer kısmında bu batıyor ister istemez.<br />
<br />
<b>16. </b><b>Zwischen Welten (</b><b>Inbetween Worlds) </b><i>d. Feo Aladag</i><br />
Feo Aladağ'ın ilk filmini izleyememiştim. Ama sanırım ona da bir bakmak istiyorum. Çünkü gayet sağlam bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuzu bu filmde gördüm. Senaryo anlamında filmin pek bir parlak noktası olduğunu söyleyemeyeceğim. Afgan savaşında üç farklı bakış açısını buluşturduğu bir üste, ilişkileri aktarma fikri oldukça iyi bir şekilde çalışıyor. Bunların üzerinde tartıştıkları, çatıştıkları konular da son derece iyi bir şekilde yedirilmiş. Fakat aralarda ucuz diyaloglar feci batabiliyor. Yine de beyninize iki kurşun sıkmak isteyeceğiniz kadar yok. Ancak aslen Aladağ'ın yakaladığı resimler, giriştiği bol aksiyonlu sekanslar, duygusal ve gerilime dayanan anlara bakarak; yarattığı sekansların güçlü ve işi bilen bir rejiyle yapıldığını söyleyebiliriz. Oyuncu kısımlarında Almanlar genel anlamda vasat bir şekilde ortada gezinirken asıl iyi performansları doğulu kadroda görüyoruz. Mohsin Ahmady, Saida Barmaki ve Salam Yousefzai'nin kariyerleri güzel olur umarım<br />
<br />
<b>17. </b><b>Kkeut-kka-ji-gan-da (</b><b>A Hard Day) </b><i>d. Kim Seong-hoon</i><br />
Orijinal adını yazmakla uğraşamayacağım, 'A Hard Day' her şeyin gitgide abuklaştığı gerçeküstü aksiyonlardan.. ama iyi yazılınca ve çekilince bunların tadına da doyum olmuyor. Bu da eğlenceli bir örnekti. Bir kazanın tetiklediği olaylar, cesedin yaşlı bir kadının tabutunda saklanması gibi eğlenceli kısımların yanında sonrasındaki daha büyük sürprizler de sonuna kadar eğlenmenizi sağlıyordu. Yönetmen Seong-hoon da açıkçası gayet sağlam bir iş çıkarmış. Ancak çok da ciddiye alınacak bir iş olarak görmüyorum. Aralarda gerçekten tutarsızlıklar var - daha en başında zaten o güce sahip birisi neden bir kazayı saklamak için onca uğraşa girer mesela? Neyse sonuçta gayet eğlenceli, aralarda çok iyi aksiyon sekanslarına sahip ve heyecanlı bir fırlama gerilim olmuş.<br />
<i><br /></i>
<b>18. Jersey Boys </b><i>d. Clint Eastwood</i><br />
Jersey Boys'un filme dönüşmesi bana hep saçma geldi. Sonuçta büyük çoğunluğu sahne performansından oluşan ve öykünün minimal önemde olduğu - içeriğinde de albenili hiçbir şey barındırmayan - bir müzikalden bahsediyoruz. Üstelik şarkıların da öyle aman aman koreografiler yerine sadece eşlik edilecek bir konser performansı şeklinde sunulduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Marshall Brickman ve Rick Elice oyunlarının zayıf noktasının farkında olacaklar ki, müzikal anlar azaltılıp daha hikaye anlatmaya yoğunlaşmışlar. Clint de koreografi diye bir şey olmadığını görüp müzikal anları dönemin performans mizansenlerine sadık kalacak şekilde kurgulamış. Bu yönden aslında iyi bir uyarlama var önümüzde. Ama her ne kadar orijinal malzemeyi üste çekse de yetmiyor. Nostaljik çaba sinemada müzikal izletmek için yeterli bir sebep değil. Yine de grubu, dönemi ve Jersey hikayelerini seven biri olarak elbette ben keyif aldım, yine sonunda ağladım falan. Bu arada daha önce sahnede bu karakterleri oynamış oyuncular arasından seçim yapmak da çok iyi bir fikir bence. Yanılmıyorsam Four Seasons üyeleri arasında daha önceden deneyimli olmayan bir tek Vincent Piazza vardı. Sahne deneyimlilerinden de en akılda kalanı bence Erich Bergen'di. Jersey Boys, boş bir temele otursa da güzel bir hoşluk olarak kalıyor akılda...<br />
<i><br /></i>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-zKWG0nQe19M/VEJahccWq7I/AAAAAAAADTo/ALRGS_eflGM/s1600/Jimmys_Hall_Ken-Loach.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-zKWG0nQe19M/VEJahccWq7I/AAAAAAAADTo/ALRGS_eflGM/s1600/Jimmys_Hall_Ken-Loach.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<i><br /></i>
<b>19. Jimmy's Hall </b><i>d. Ken Loach</i><br />
Bir başka hoşluk da Ken Loach'tan... Film 'The Wind That Shakes The Barley'nin devamı gibi. Ama son derece yumuşak bir devamı. İçindeki aşk meşk, tatlı bohemlikler gibi tavırları bir kenara bırakırsak, son derece ciddi meselelere eğlenceli bir tavır takınarak yaklaşması takdire şayan aslında. Ama eninde sonunda filmin dramatik yapısının bir Hallmark filminden hallice olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Filmin başrolündeki Barry Ward olaya hakim bir karizmayla önderlik ediyor, gayet iyi bir kadroya. Elbette çatışmaların ve karakterler arası tartışmaların aralarda son derece yüzeysel ve göze sokmalık ilerlemesi de filmi sıkıcı bir hale sokabiliyor. Ama eninde sonunda Loach'un dokundurması bol ama etkisiz bir filmi olarak tarihteki yerini alıyor. Görüntü yönetmeni Robbie Ryan'a özel bir selam çakmak isterim sadece.<br />
<br />
<b>20. </b><b>Il Capitale Umano (</b><b>Human Capital) </b><i>d. Paolo Virzi</i><br />
İtalya'nın bu sene Oscar'a yolladığı film; yemek masası takıntısı olmayan Ferzan Özpetek filmi kıvamında bir şey... Tabii haksızlık etmeyeyim daha ciddi meselelerle ilgileniyor ve kabul edelim bolca kafa yordukları belli olan öykü kurgulamasından da alnının akıyla çıkıyor. Farklı seviyelerden iki aileyi bir araya getirerek - arada elbette bazı karakterler son derece karikatür - entrikalar dizisinin içindeki yaşam mücadelelerini gösteriyor. Filmin özellikle sonuna doğru bağlandığı öyküyü de ben sevdim aslında. Ama film işlediği konuya ve aslında oklarının sivri olmasına karşın anlatım tercihleriyle olayı bir telenovella havasına çeviriyor. (ya da İtalyan olduğunu düşünürsek Beyaz Telefon mu demeliydim?) Teknik anlamda gayet temiz ama samimiyeti bir türlü alamıyorsunuz. Oyuncular gayet düzgün ama bir türlü gerçek gibi gelmiyorlar. Yine de sonuna kadar merakla izletiyor.<br />
<br />
<b>21. Retour a Ithaque (Return to Ithaca) </b><i>d. Laurent Cantet</i><br />
Cantet'nin Küba'ya ağıtı kıvamında bir iş olmuş bu da... sanırım bir oyundan uyarlama - gayet de belli ediyor zaten kendisini. Film boyunca devrim sonrası artık hiç umutları kalmamış bir grup arkadaşın vıdık vıdık konuşmasını dinliyoruz. Eski günler anılıyor. 'Ah siyatiklerimiz azmadan önce neler yapardık neler' şeklinde 'hatırlar mısın?' diyaloglarıyla bir süre geçirdikten sonra asıl meselelere ve geçmiş hesaplaşmalara giriliyor. Gayet klasik bir yapı ama bir şekilde işliyor. Çoğu vasat oyuncunun bir şekilde gerçekliğine inanıyorsunuz. Cantet'nin son derece rahat takılması da bence işin güzel yanlarından. Son derece 'sahne sahne kokan' yapı bir şekilde rahatlıyor ve perde, sahne gibi kokmuyor. Zararsız hoş bir proje.<br />
<i><br /></i>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-pS0QIfxRBhw/VEJawvqZkOI/AAAAAAAADTw/aTv_VBomkb0/s1600/geronimo-tony-gatlif.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-pS0QIfxRBhw/VEJawvqZkOI/AAAAAAAADTw/aTv_VBomkb0/s1600/geronimo-tony-gatlif.jpg" height="266" width="640" /></a></div>
<i><br /></i>
<b>22. Geronimo </b><i>d. Tony Gatlif</i><br />
Tony Gatlif'in tutkulu sineması hoşuma gidiyor aslında ama arada kantarın topuzunu da fena kaçırıyor yani. Geronimo'yu aslında tüm hatalarına rağmen keyifle izledim. Folklorik öğelerin yedirildiği neredeyse hiç soluk almayan akıcı bir işti. Elbette birkaç istisna hariç oyuncular çok kötüydü, gösteriş uğruna aralarda saçmaladı bolca ve senaryonun sonda aldığı o feci hal unutulur gibi değildi. Ama işte Gatlif bence onca abuk duruşa rağmen yine de gördüğünüze pişman olmayacağınız ve hatta at gözlüklü değilseniz ilham alacağınız yönetmenlerden birisi. Özellikle bizim sinemamızda aralarda yapılmaya çalışan 'arka sokak gençliği' filmleri en azından birkaç şey kapsa, diye düşünmedim değil. Son derece ham, tutkulu - bana aralarda feci şekilde La Haine'i anımsatan - dobra dobra bir çalışmaydı.<br />
<br />
<b>23. Futatsume No Mado (Still the Water) </b><i>d. Naomi Kawase</i><br />
Kawase istediği kadar başyapıtı ilan etsin bence 'Still the Water'ın en güzelinden biraz daha makasa ihtiyacı varmış. Her şeyden önce çocuk karakterlerine hayatı sorgulatmak kadar banal bir yaklaşım yok. Neyse, güzel manzaralar eşliğinde otantik geleneklerden medet uman sinemasının aralarda yakaladığı hoş anlar da vardı. Ama bir bütün olarak Kawase bir türlü o istenen vurucu etkiye de ulaşamıyor. İkili büyüme öyküsü bir şekilde çalışıyor ama aralarda film fazlaca da dağılıyor.<br />
<br />
<b>24. Il dae Il (One on One) </b><i>d. Kim Ki-duk</i><br />
Her yıl itinayla takip ettiğim bir başka manyak Kim Ki-duk bu sene görece daha az manyamış. Acayip malzemesi olmasına karşın şiddet meselesinde birkaç adım geriye atıp kendisini daha felsefe tartışma modunda hissetmiş belli ki. Bolca tekrardan oluşan ama her seferinde yeni bir pencere açan dramatik yapı fena değil ama bir süre sonra parçalanma bile gayet tahmin edilir bir hal alıyor. Bu sefer görsel anlamda da gayet sönük bir iş çıkardığını düşünüyorum. Yine de tüm manyamalarında olduğu gibi bir dereceye kadar eğlenerek izliyorsunuz filmi ama sonuçta amcamız bu sefer hem uzatmış hem de çok dağılmış hem de toparlamak için biraz fazla kasmış gibi hissediyorsunuz.<br />
<br />
<b>25. The Search </b><i>d. Michel Hazanavicius</i><br />
Cannes'daki gösteriminden sonra herkes o kadar çok kötüledi ki, 'Hazanavicius nasıl o kadar kötü bir şey çekmiş olabilir?' sorusuna cevap bulmak için filmi mutlaka görmem gerekiyordu. Cevabım ise; 'siz kötü film izlememişsiniz'. Evet, The Search fazlasıyla eski moda, fazlasıyla kuru ve onca derde tercüman olmaya çalışmasına rağmen sürekli kendisini de boş hissettiriyor. Ama Hazanavicius'un beceriksizliği senaryo kısmını daha çok ilgilendiriyor. Filmin rejisi yarattığı atmosfer çok güçlü, özellikle ünlü olmayan oyuncular çok iyi.. ayrıca asker hikayesinin de oldukça iyi çalıştığını düşünüyorum. Kıyıp biraz daha - senaryo kısmında - şekillendirilmesi gerekirmiş filmin. Kesinlikle parlak değil, akılda kalmıyor. Ama olağanüstü kötü de değil.<br />
<i><br /></i>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-2XJTZCyLB4M/VEJbJOK26OI/AAAAAAAADT4/z2IT7Nw6vkE/s1600/maps-to-the-stars-cronenberg-mia.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-2XJTZCyLB4M/VEJbJOK26OI/AAAAAAAADT4/z2IT7Nw6vkE/s1600/maps-to-the-stars-cronenberg-mia.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
<i><br /></i>
<b>26. Maps to the Stars </b><i>d. David Cronenberg</i><br />
Hollywood eleştirilerinden de bana gına geldi sanırım. Anladık dünyanın en ruhsuz, en iğrenç, en vahşi kentinde çalışıyorsunuz, üzgünüz. Cronenberg'den çok daha iyisini beklerdim açıkçası. Bir kere ne kadar sert olursa olsun - ki bunu Twitter'da da yazmıştım - eleştirinin boyutu bir filmi iyi yapmaya yetmiyor. Maps to the Stars her şeyden önce modası geçmiş bir Hollywood'la uğraşıyor. Geçen senenin rezaleti 'The Canyons'ın fırlatmaya çalıştığı oklar bile daha hedefi tutturuyordu. İyice avantgarde takılıp iyice öyküde zırvalayarak boşlukları kapatma çabası gibi görüyorum ben bu alternatif olma çabalarını. Tamam Cronenberg ezelden beri öyle ama burada bir türlü içini dolduramıyor, üstelik anlatımındaki aykırılıklar bile 90'lardan kalma gibi. İşin kötüsü film 'The Canyons' gibi bir hilkat garibesi de değil. Aralarda çok güzel işlenmiş aykırı detaylar, işleyen birkaç ufak öyküsü film üzerine düşündürüyor. Ama bunların yanında 'Julianne Moore neden ödül almış?' sorusuna cevap vermenin ötesinde büyük bir şeye dönüşemiyor.<br />
<br />
<b>27. Pasolini </b><i>d. Abel Ferrara</i><br />
Ferrara'nın bu fikri çok hoşuma gitti açık söyleyeyim. Pasolini'nin son gününde yaşadıklarını aktarmanın yanında yönetmenin nefes alamamış planlarını, hayallerini görselleştirme çabası dahiyane bir fikir. Ancak ne var ki, Ferrara'nın kendisi, Pasolini'nin hayal gücünü ete kemiğe büründürecek yaratılıkta bir görsel zekaya sahip değil. Her şey olabildiğince sıradan bir şekilde resmediliyor. Bu beceriyle de ister istemez filmin en iyi çalışan yerleri aslında kağıt üstünde en önemsiz kısımları oluyor. Willem Dafoe'dan Pasolini oluyormuş bunu da gördük. Maalesef olanakları kötü harcanmış bir fikir olmanın ötesine giemiyor film. Ama en azından Pasolini'ye veda amacını karşılıyor<br />
<br />
<b>28. Björk: Biophilia Live </b><i>d. Peter Strickland, Nick Fenton</i><br />
İşin içinde Submarine ve The Double'ın kurgu editörü ile Berberian Sound Studio'nun yönetmeni olunca sağlam bir şey bekliyorsunuz ama 'Biophilia Live' şu ana kadar gördüğüm en vasat konser kaydıydı sanırım. İşin Björk cephesinde hiçbir sıkıntı yok. Konserin kendisi işitsel anlamda bir harika... görsel olarak da bayağı efsane çalışmalarla destekleniyor. Ancak hazırlanan etkileyici görseller de montaj masasında piç edilmiş durumdaydı. En sağlam yerinde hiçbir şey olmayan sahneye kesmek; sahnede en gözükmeyeceği noktalarda dolaşan şarkıcıyı takip etmek konusunda ısrarcı tavırlar Biophilia'yı bir Kahraman Afyonoğlu programına çeviriyor. Rejinin beceriksizliğini anlamanız için sadece bis olduğu anlaşılmayan bis anına bakmak bile yeterli. Björk gibi işin çok başka boyutlarına takan biri umarım bir sonraki işte daha iyi bir ekip bulur kendini filme çekecek.<br />
<i>* Not: Kahraman Afyonoğlu, TRT'nin tek kanallı döneminde çıkardığı işlerle sektörün önemli isimlerindendir. Burada kendisiyle kesinlikle dalga geçme gibi bir olayım yok. Tek kanallı dönemin teknik yoksunluklarına işaret ettim. Olur da yakınlarından biri okursa yanlış anlamasın. Kendisine saygım sonsuz. </i><br />
<br />
<b>29. White Bird in a Blizzard </b><i>d. Gregg Araki</i><br />
Neyse ki filmekimi başlamadan önce bunu izlemiştim de, kendisine bir seans ayırmadım. Ayırırdım da... sonuçta Gregg Araki söz konusu. En olmadık yerlerden harika buluşlar ve öyküler çıkarma potansiyeline sahip birisi... ama yaşlanınca cidden bir şeyler kayboluyor belki de. <i>White Bird in a Blizzard </i>hoş bir 80'ler nostaljisi olmanın yanında başlarda keyifli bir büyüme öyküsü vaadiyle yola çıkıyor. Ancak zamanla - ki süresi de çok uzun değil - raydan çıkıyor. Hem gereksiz tekrarlara başvurup hem de dağılmak gerçekten büyük bir beceri ister ve bunu başarıyor. Müthiş bir vasatlıkla kotarılmış flashback'ler, bir türlü karakterlerin derinine inememe gibi sorunlardan muzdarip filmde Shailene Woodley iyi.. Eva Green de ilk başlarda bayağı işi toparlıyor ama sonlara doğru artık iyice deli kadın karikatürüne dönüşüyor. Sonundaki sürprize ise şaşırmak yerine ancak gülüyorsunuz. Bu yılın gereksiz işlerinden. <br />
<br />
<b>30. The Disappearance of Eleanor Rigby: Them </b><i>d. Ned Benson</i><br />
Gereksiz demişken... Ned Benson'ın bir ilişkide iki tarafı ayrı filmlerle anlatma fikri güzel ama keşke biri bunun için daha iyi karakterler ve farklı açıdan anlatmanın değeceği bir öykü yazmasını önerseymiş. Him & Her'ü seyretmedik ama - sanırım ikisinin en önemsiz anlarını burada birleştirme gibi bir ahmaklığa girişmemiştir - Them'den gördüğümüz kadarıyla Eleanor Rigby ve kocasının hikayesinde bizi çekecek hiçbir şey yok. Bir kayıp ardından parçalanmış ilişkide iki tarafın yaraları onarmaya çalışması üzerine giden filmde Jessica Chastain ve James McAvoy'un her şekilde gideri olduğu için belli bir oranda takibi sağlayabiliyor. Ama genel manzaraya baktığınızda son derece içi boş, defalarca gördüğümüz farklı detayların bir araya gelmesi söz konusu. Isabelle Huppert - kabul edeyim daha kötü filmlerini seyrettim ama - şu ana kadar gördüğüm en kötü performansını sergiliyor. William Hurt korkuluktan farksız. Ciaran Hinds varolduğu ufak 1-2 sahnede dikkat çekse de genel olarak filmdeki herkes gibi içi boş bir karakterden öteye gidemiyor. Ayrıca bu baba - oğul ilişkisi de son derece bayat. Filmin işe yarar tek karakteri çok iyi yazılmış olan Viola Davis'in canlandırdığı öğretmen. Ama mesela onun sahnelerindeki yapaylık da Benson'ın neden vasat bir yönetmen olduğunun kanıtı gibi. Sahnelere giriş çıkışlarına dikkat diyeyim sadece. Bu kadar iyi çizilmiş bir karaktere yazık olmuş. Sonuçta gereksiz bir işle karşı karşıyayız. Meraktan Him & Her'ü seyrederim. Muhtemelen bundan daha derli topludur. Ama Benson'dan pek beklentim yok.<br />
<i><br /></i>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-HOAZIh-7aYc/VEJbTkCtyHI/AAAAAAAADUA/47kVOLBdbT4/s1600/feher-isten-white-god-hungary.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-HOAZIh-7aYc/VEJbTkCtyHI/AAAAAAAADUA/47kVOLBdbT4/s1600/feher-isten-white-god-hungary.jpg" height="358" width="640" /></a></div>
<i><br /></i>
<b>31. Feher Isten (White God) </b><i>d. Kornel Mundruczo</i><br />
Twitter'da yazdım zaten '8 yaşında bir çocuktan çıkma' gibi gözüken bu hikaye aslen bir Disney filminin konusu olabilir, işin kanlı ve sert kısımları yumuşatılırsa. Ama olayın sakat yanı Disney anlatısında değil tabii ki. Misal filmi izlerken aklımdan geçen 'Homeward Bound'ı bayağı severek izlerim. Kornel Mundruczo görsel anlamda gayet güzel bir atmosfer yaratmasına karşın işin öykü boyutunda darmadağınık, oradan oraya savrulan twistlerle, bir türlü ne yapmak istediğini bilememiş gibi bir izlenim uyandırıyor. Film, nihai süreçte tek boyutlu hayvanseverler için kitsch bir konuma dönüşecek o kesin. Ama o kadar yoğun duygulara oynarken, o kadar entrikaya kafa yorarken keşke biraz daha boyut ekleseymiş. Keşke hayvanları oynatmadaki becerisini insanlar için de sergileyebilseymiş. Keşke bir köpeğin en arketip dönüşümlerden geçen öyküsüne kafa yorarken sahibi olan kızın hikayesini de 'aralarda bir de buna bakalım'ın ötesine götürseymiş. Filmde çalışan tek kısım köpeğin başıboş kalışına kadar olan kısım - tabii o sırada ana karakterin sonra ne kadar saçmalayacağını bilmiyorduk - bir de dövüşe hazırlık kısımlarıydı. Film boyunca tutarlılık denen bir şey yoktu. Belli ki Mundruczo'nun tek amacı iki saat sonraki 'görkemli' finale ulaşmaktı. İlk filmini de sevmiştim halbuki.<br />
<br />
<b>32. Miss Julie </b><i>d. Liv Ullmann</i><br />
İşte bir hayal kırıklığı daha... hem de koskoca Liv Ullmann'dan. Elbette tiyatro ve Bergman kökeni düşünülünce Ullmann'ın bu tavırla işe soyunması anlaşılabilir. Ama olmamış. Oyunun orijinal halini izlemedim ama bu şekilde ani karakter dönüşümleriyle öykü etkileyici olmaktan ziyade komik ve banal bir hal alıyor. Tutarlılıktan uzak şizofren karakterleriyle Jessica Chastain ve Colin Farrell adeta şov yapıyor ama şov yapmaya çalıştıkları o kadar bariz ki sahnede olsalar suratlarına tükürmek isterdim tahminen. Samantha Morton'ı ayrı tutuyorum bu yapaylık ortamında garip bir şekilde doğal olmayı başarabilmesine hayran oldum. Bergman'ın son dönemlerini anımsatan ışık kullanımıyla görüntü yönetmeni Mikhail Crichman'ın çabası ise filmdeki takdire şayan ender unsurlardan. Ama yine de olmuyor ve olmamış.<br />
<br />
<b>33. Timbuktu </b><i>d. Abderrahmane Sissako</i><br />
'Cannes'da nasıl ödül almaz' diye millet kafamızın etini yerken bu derece zayıf bir işle karşılaşacağımızı beklememiştim. Timbuktu, batının ilginç bulduğu şeyleri yüceltme çabasından başka bir tepki alabilecek düzeyde değil. Ama izlerken şunu düşündüm, Afrika'nın göbeğinden çıkan filmlerde hep bir üçüncü dünya dağınıklığı ve özgün olamama durumu göze çarpıyor. Zamanında Ousmane Sembene'nin yokluklar içinde çekmeye çalıştığı öykülerin samimiyetinden uzak ama anlatım konusunda hala o dönemin seviyesinde işler izliyoruz. Kim finanse etmiş, kim destek olmuş olursa olsun. Üçüncü dünya meselesini yazmamın sebebi ise filmin bizdeki sosyal içerikli b tipi Türk filmlerini fazlasıyla anımsatması. Vurucu noktalar bul. Bunları çek, birleşince ne olacağı önemli değil. Oryantalist müziği bas, oyuncular falan umrunda olmasın, 'amatör' der geçersin. Sonra da tanımadıkları diyarlardan tepki gösterecekleri politik hareketler görmeyi bekleyen batılılar alkışlasın. Timbuktu aralarda özel anlara sahip elbette, kötü niyetli olduğunu da düşünmüyorum ama bu iyi niyet halleri bana yeterli değil.<br />
<i><br /></i>K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-25920197047265521852014-08-20T19:51:00.001+03:002014-08-20T20:00:53.878+03:002013'ün En İyileri - Çarpık Kadraj Ödülleri<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-R71kK5NiDF0/U_DiAXtHP_I/AAAAAAAADLY/4uSOXrZznJY/s1600/2013-top10.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-R71kK5NiDF0/U_DiAXtHP_I/AAAAAAAADLY/4uSOXrZznJY/s1600/2013-top10.jpg" height="372" width="640" /></span></a></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
Yine geç kalmış bir sene sonu değerlendirmesine geçiyoruz. Şubat ayından itibaren oldukça yoğun bir dönem yaşadım ve şimdi biraz rahatlamışken - biraz da eksikleri gidermeyi bekledim açıkçası - 2013 listelerini artık paylaşmanın vakti geldi diye düşündüm. Bu yıl olağanüstü bir sene değildi aslında ancak oldukça sağlam filmlerle de yüzümüzü güldürdü. Bu sene 2013'e dahil ettiğim toplam 223 film içinden seçim yaptım. Alıştığınız üzere, festival premiere tarihlerine bakılmaksızın kendi ülkelerindeki vizyon tarihleri ve yaygın gösterime çıkmış olmalarına göre belirlendi. Yani aralarda sizin 2012 olarak bildiğiniz filmler (<b>Frances Ha</b> vs.) ve hatta pek çok yerde 2014 olarak listelenen filmler de mevcut. Örneğin Lars von Trier'in <b>Nymphomaniac</b> serisini (tek film olarak kabul ediyorum) Danimarka'da 2013'te gösterilmesi sebebiyle bu seneye dahil ettim. Elbette 2013'e dahil olup hala izleyemediğim filmler de var. Çok merak ettiğim Tsai Ming-Liang'ın <b>Stray Dogs</b>'u ve Emir Baigazin'in <b>Harmony Lessons</b>'ı maalesef bunlardan ikisi. </span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">2013'ü bize alımlı gösteren en önemli sebeplerden birisi şüphesiz ABD'den çok sağlam işler çıkması. Bunlar biraz daha göz önünde olunca insanda harika bir yıl olmuş izlenimi yaratıyor. Elbette dünya sinemasından da çok sağlam işler gördük. Benim ilk 10 listeme de İngiltere, İtalya, Kore, Romanya ve Fransa'dan birer film girdi. Genele baktığımda da ilk 10'uma girememiş ancak oldukça iyi işler gördük dünyadan. Bu yıla baktığımda 40 civarı filmden fazlasıyla memnun ayrıldığımı söylemem mümkün. Ama aynı miktarda oldukça kötü filme de maruz kaldım. Neyse gevezeliği bırakalım ve bu yılın en iyilerine geçelim. </span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-nPUOhQA2dhI/U_DjcVDn7iI/AAAAAAAADLk/WOHpP4wxYwk/s1600/llewyn-davis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-nPUOhQA2dhI/U_DjcVDn7iI/AAAAAAAADLk/WOHpP4wxYwk/s1600/llewyn-davis.jpg" height="426" width="640" /></span></a></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">2013'ün En İyi Filmleri</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">A Field in England</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">All is Lost</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Frances Ha</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">La Grande Bellezza (The Great Beauty)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Her</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Inside Llewyn Davis</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Jiseul</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Nebraska</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Pozitia Copilului (Child's Pose)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="background-color: white; font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif; line-height: 23px;">La Vie d'Adèle - Chapitres 1 et 2 (Blue is the Warmest Color)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-weight: normal;"><br /></span></div>
<div>
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Geçtiğimiz filmekimi'nde gördüğüm andan itibaren <b>Inside Llewyn Davis </b>benim için yılın filmiydi. Coen kardeşlerin kariyerinde pek çok farklı yönden dokunduğu 'kaybedenler' olma üzerine mizahi dozu tam ayarında, melankolik atmosferi her yerine sinmiş, çok iyi oynanmış ve yine bir Coen klasiği folk/blues müziklerle cennete dönüştürdüğü bir işti. Uzun zamandır bu kadar iyi işleri olmamıştı gibi bir laf edemem... Adamlar 2000'lerin başındaki ufak duraklama dönemleri dışında zaten hep çok iyilerdi. Benzer bir kaybeden hikayesi <b>Frances Ha</b>'yı ise Woody Allen'ın ilk dönemiyle karşılaştıranlar oldu. Doğrudur, Noah Baumbach bu konuda kesinlikle Woody'nin o işlerinin ufak kardeşini karşımıza çıkarmış gibiydi. Ama bence o 2000'lerin sinemasında yeni bir John Hughes da olmayı başardı. Llewyn Davis nasıl bir dönemin Village kültürünü bize aktarırken Frances ise bize yeni bir nesli anlatma/aktarma yolunu seçmişti. <b>Spike Jonze</b>'un <b>Her'</b>ü ise tartışılası çıkış noktasına bel bağlamayan, yarattığı uslanmaz romantizmiyle bu yılın en gönülçelen işlerinden birisi oldu. <b>Le Conseguenze dell'amore</b>'de radarıma aldığım ancak o seneden beri beni tam anlamıyla tatmin edememiş <b>Paolo Sorrentino</b>'nun patlattığı bomba ise bu yılı sevmek için tek başına bir sebep. <b>La Grande Bellezza (The Great Beauty), </b>uzun yıllardır kısır anlatımları aşamamış İtalyan sinemasının altın çağından aldığı mirası taşırken, neredeyse o döneme eş değer bir şeyler çıkardı karşımıza. Cannes'ın galibi <b>La Vie d'Adele'</b>in (Blue is the Warmest Color) lezbiyenlere ve kadınlara bakış açısı sebebiyle çokça insan alındı ve rahatsız oldu. Ancak bu tip 'bakış açısı' dertlerim olmadığını beni tanıyanlar iyi bilir - zaten eleştirilere de katılmıyorum o ayrı. Bence harika bir büyüme öyküsü izledik. Romanya sinemasının bu seneki parlayan yıldızı <b>Pozitia Copilului (Child's Pose)</b>, soğukkanlı senaryosu, birinci sınıf performansları ve yönetmen Calin Peter Netzer'in kendinden emin bakışıyla bu yılın yaralayan filmlerinden biriydi. <b>Alexander Payne'</b>in lokum gibi <b>Nebraska</b>'sı samimiyet olunca en bilindik formüllerin bile hala içimize işleyebileceğini gösterdi. Kore'den <b>Jiseul</b>, ise çok kolay bulunabilen ve pek de 'evrensel' takdir toplamamış bir film ancak Meul O.'nun İstanbul Film Festivali'nden de ödül almış bu ağıtı beni çok etkiledi. İşlediği ağır konunun altında ezilmeden fazlaca solak tercihleriyle aklımdan çıkmadı. Hazır solak demişken yılın en deli filmi <b>A Field in England </b>sayesinde<b> </b>Ben Wheatley ve Amy Jump ikilisinin arıza beyinlerini öpme isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Ve elbette bu yılın en sağlam tek kişilik gösterisi<b>, All is Lost. </b>Tabii ki Robert Redford'dan bahsetmiyorum. İlk filmiyle çok da beni tatmin edememiş <b>J.C. Chandor </b>çok zor bir anlatımı benimseyip - üstelik ilk filminde beğenmediğim şeylerden azade, büyük bir hoşlukla karşımıza geldi. Tabii ki bu yıl sadece bu 10 filmden ibaret değil. <b>The Selfish Giant </b>ve<b> Captain Phillips, </b>benim gözümde bu 10'luya fazlasıyla yakın. Onun dışında <b>Le Passe, Upstream Color, Before Midnight, L'inconnu du Lac, Borgman, Du Zhan, Dabba, Gravity, Ilo Ilo </b>belgesellerden <b>L'image Manquante, The Act of Killing, Sound City</b> ve yerli sinemadan <b>Sen Aydınlatırsın Geceyi </b>ile <b>Köksüz </b>bu yılın en heyecan verici işleri arasındaydı. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span class="itemprop" itemprop="name" style="font-weight: normal;"><br /></span>
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-YIGscz9brWs/U_DkE0FqHpI/AAAAAAAADLs/BwMBcPgfMcg/s1600/inside-llewyn-davis-set-photo-joel-coen-ethan-coen.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-YIGscz9brWs/U_DkE0FqHpI/AAAAAAAADLs/BwMBcPgfMcg/s1600/inside-llewyn-davis-set-photo-joel-coen-ethan-coen.jpg" height="426" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Yönetmen</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Noah Baumbach (Frances Ha)</span></div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
</div>
</div>
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Joel & Ethan Coen (Inside Llewyn Davis)</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Spike Jonze (Her)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-weight: normal;">Abdellatife Kechiche (Blue is the Warmest Color)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-weight: normal;">Paolo Sorrentino (The Great Beauty)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-weight: normal;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu yılın parlak beyinlerinde benim için birinci sırada hiç yaşlanmayan Coen kardeşler var elbette. Yine, hiç acele etmeden, her anın tadını çıkararak dairesel ve içsel bir yol hikayesini köşeli ama bunu hiç çaktırmadan aktarmanın yolunu buldular. <b>Frances Ha </b>ise belli ki şu ana kadar Baumbach'ın kotardığı en emprovize işti ve sanki 60'ların delilerinden biriymiş gibi bir ruh haline sahipti. Diğer yandan <b>Spike Jonze</b> ise alternatif çıkış noktasına karşın şu ana kadarki en oturaklı işine imza attı. <b>Abdellatif Kechiche, </b>bir ilişkide nereye odaklanacağını iyi biliyordu ve doğallıktan hiç vazgeçmeden de ne kadar sürükleyici olunabileceğini gösteriyordu. Oyuncularından çıkardığı anlamsız başarılı performanslar da cabası. Listenin en delisi ama bir o kadar da hüzünlüsü ise sanırım<b> Paolo Sorrentino</b>'ydu. Coen'lere torpil geçtim ama Sorrentino'yla ödülü paylaşıyorlar diyebilirim. Adını anmamız gereken diğer isimlere gelince. İlk 10'umda yer alan diğer 5 filmin yönetmenini de hızlıca anmış olalım. Ancak Bunlar dışında <b>Paul Greengrass, </b>'yönetmen koltuğunda oturmak nasıl bir şeydir'i yine kafamıza vura vura gösterdi ve birinci sınıf bir iş çıkardı <b>Captain Phillips</b>'le. <b>Spring Breakers</b>'la <b>Harmony Korine; Rush</b>'la <b>Ron Howard, Upstream Color</b>'la <b>Shane Carruth </b>ve <b>The Act of Killing</b>'le <b>Joshua Oppenheimer</b>'ın da isimlerini analım. Bu yılın en popüler yönetmeni <b>Alfonso Cuaron</b>'dan da özel olarak bahsetmek lazım. Evet auteur meselesi önemlidir ama yönetmenlik aynı zamanda zanaat işidir bunu da kabul etmek gerek. Bu bağlamda Cuaron'un yaptığı işi takdir etmemek mümkün değil. Ama bütün o ucuz yeniden doğma klişeleri aklıma gelince 'yönetmenlik sadece zanaat değil' diye de düşünmeden edemiyorum. </span></div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span class="itemprop" itemprop="name" style="font-weight: normal;"><br /></span>
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-LiF_u00A4_g/U_DkUYBAGiI/AAAAAAAADL0/an4tOHWPfjs/s1600/sen-aydinlatirsin-geceyi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-LiF_u00A4_g/U_DkUYBAGiI/AAAAAAAADL0/an4tOHWPfjs/s1600/sen-aydinlatirsin-geceyi.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Türk Filmi</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Eve Dönüş: Sarıkamış: 1915</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">J</span><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif; line-height: 23px;">în</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Kelebeğin Rüyası</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Köksüz</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Sen Aydınlatırsın Geceyi</b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Öncelikle şunu söyleyeyim... Herkesin çokça konuştuğu <b>Kusursuzlar </b>ve <b>Mavi Dalga </b>gibi işler, 2014 filmleri arasında yer alacak. Bu yıl anaakım filmler açısından da düzgün geçmiş. <b>Sarıkamış 1915 </b>ve <b>Kelebeğin Rüyası, </b>aralardaki ufak tökezlemeleri dışında<b> </b>bu konuda hala bir umudumuz olabileceğini gösterdi. Gereksiz yere politik açıdan eleştirildiğini düşündüğüm <b>Jin, </b>Reha Erdem'in eline aldığı malzemeyi kendisine has bir masala ne kadar kolay çevirebildiğini ve buna rağmen midenize bir yumruk saplayabileceğini de gösterdi. Bu yılın benim için en güzel sürprizlerinden biri de <b>Köksüz</b>'dü. Deniz Akçay sakin ve samimi anlatımıyla ve oyuncularından çıkardığı eşsiz performanslarıyla sinemamızın uzun zamandır görmediği güçte bir aile dramı ortaya çıkardı. Ama Onur Ünlü burun farkıyla onu geçti. Ünlü'nün sinemada yaptığı hiçbir işi kaçırmadım. Bazıları çok kötüydü, bazıları iyiceydi. Hep bir yerlerden vurmayı beceriyordu ama hiçbiri bu kadar aklımı başımdan almadı. Sinemamızın en eğlenceli ve vurucu işlerinden birisiydi <b>Sen Aydınlatırsın Geceyi... </b></span></div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-7Jz86TzrPmg/U_DkjnKEFYI/AAAAAAAADL8/IKMGWgAGrXo/s1600/The%2BMissing%2BPicture%2B3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-7Jz86TzrPmg/U_DkjnKEFYI/AAAAAAAADL8/IKMGWgAGrXo/s1600/The%2BMissing%2BPicture%2B3.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Belgesel / Kurmaca Dışı</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Act of Killing</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Cutie and the Boxer</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">L'image Manquante (The Missing Picture)</span></b></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Jodorowsky's Dune</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Leviathan</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Sound City</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Kurmaca olmayan filmler için de verimli bir yıldı... Ama doğruyu söyleyeyim, beni tam anlamıyla kalbimden vuran bir şeyle karşılaşmadım bu yıl. (<b>Stories We Tell</b>'i 2013 mü saymalıydım ne?) Burada burun farkıyla <b>Rithy Panh</b>'ın <b>L'image Manquante</b>'si yılın en cazip işiydi bana göre. Zor yılların kayıp resimlerini canlandırma çabasıyla kilden mizansenler, edebi ve çekici bir dille yazılmış senaryosu son derece etkileyiciydi. Benzer acı günleri, bu sefer aykırı bir bakış açısıyla aktaran <b>The Act of Killing </b>ise (ki bu bakış açısı meselesini Panh daha önce '<b>Duch, Master of the Forges of Hell'</b>le yapmıştı) şüphesiz yılın en yaratıcı ve hayrete düşürücü işlerindendi. Benim açımdan tek kusuru fazlasıyla kaba montaj halindeymiş şeklinde bize sunuluyor olmasıydı. Yılın en sağlam müzik belgesellerinden biri olan <b>Sound City, </b>bir döneme dair eğlenceli bilgi akışını sunmanın yanında, bir ses konsolu üzerinden müziğin tarihçesine dair yorum yapıyor ve en önemlisi yaratıcı sürece katkıda bulunuyordu. <b>Cutie and the Boxer </b>bu yılın en tatlı aşk filmlerinden biriydi. Ancak aynı zamanda özellikle iki farklı sanatçının gözünden farklı bakışlar ve anlatım tavrı yaratması açısından da takdire şayandı. <b>Alejandro Jodorowsky'</b>nin kalbindeki yarasını deşen <b>Jodorowsky's Dune </b>ise yapılamamış bir filmi en ince ayrıntısıyle işleyen, araştırma meselesinde yıldızlı pekiyi alarak sınıfı geçen bir işti. Bir balıkçı filmi olarak niteleyebileceğimiz <b>Leviathan </b>ise belgeselden ziyade non-narrative bir yapıyla karşımıza çıkıyordu. Hipnotize edici görüntüler, aslında çok sade bir öykünün peşindeyken yakaladığı o karmaşayla çok kolay bulamayacağınız bir deneyim sunuyordu. Yılın diğer kayda değer belgesellerine gelince... <b>The Punk Singer, Tim's Vermeer, 20 feet from Stardom </b>son derece tatlı ve ufak sürprizler içeren öyküleriyle akıp gidiyordu. <b>At Berkeley, </b>çok zorlayıcı ancak bittiğinde buna değen bir çalışmaydı. Politik sularda gezen <b>We Steal Secrets: The Story of Wikileaks, Dirty Wars, The Square </b>ve hayvan haklarına odaklanan <b>Blackfish </b>sağlam öyküler sunarken bazen de hiç düşünmediğimiz ufak detaylara dikkatimizi çekiyordu. Ancak anlatım açısından çok özel bir şeyler bulmak pek mümkün değildi. Bir de ülkemizden bir belgesel bu yıl çokça dikkat çekti. <b>Can Candan</b>'ın yönettiği <b>Benim Çocuğum </b>çok önemli bir iş kesinlikle... ancak bence bir dersten fazlası değildi. Yine de mutlaka izlemek ve üzerine düşünmek gerek. </span></div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-1dzMGAtq5E4/U_Dlxa6AE2I/AAAAAAAADMI/H8aNrDKv1LA/s1600/nebraska.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-1dzMGAtq5E4/U_Dlxa6AE2I/AAAAAAAADMI/H8aNrDKv1LA/s1600/nebraska.jpg" height="426" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span class="itemprop" itemprop="name" style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Orijinal Senaryo</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">A Field in England</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Dabba (The Lunchbox)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Frances Ha</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Beauty</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Inside Llewyn Davis</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Nebraska</span></b></div>
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></b>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu yılın en zorlu kategorilerinden biriydi. <b>Her</b>'ü bile listeye sokamadım, ki filmin en önemli olayı da zaten diyaloglarındaydı. Tıkır tıkır işleyen dramatik çatısı ve harika paslaşmalarla seyri daha da keyifli hale getiren <b>Inside Llewyn Davis, </b>bir başka<b> '</b>tutunamayan' hikayesini enfes bir mizahla ve genel manzarayı çok iyi çizerek oluşturan <b>Frances Ha, </b>teatral dili diyaloglarına taşırken bir an bile sizi şaşkın bırakmaktan geri kalmayan bir bozkır deliliği <b>A Field in England; </b>paramparça bir işe girişen ancak ruhunu yansıtırken bunları puzzle birleştirir gibi ince bir şekilde bir araya getiren <b>The Great Beauty </b>ve Hindistan'dan efsane bir 'yalnızlar' öyküsü çıkarıp karakterler arasında kurduğu sıcak dinamizmle perdede büyüdükçe büyüyen <b>Dabba (The Lunchbox) </b>bu senenin en iyi işlerinden biriydi. Ancak, <b>Nebraska </b>kıskanılası samimiyeti, lafı gediğine koyan ama sempatik diliyle karakterlerinin her birini ete kemiğe büründüren yapısıyla kalbimi fethetti. Yılın diğer akılda kalıcı senaryoları da bir bu kadar sağlamdı. <b>Child's Pose, Borgman, Ilo Ilo, Köksüz, Krugovi (Circles), Le Passe, Le Week-end, Rush, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Köksüz, Upstream Color </b>ve <b>L'inconnu du Lac (Stranger by the Lake) </b>bunların arasındaydı. </span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-XNQxwGN7jIU/U_DmOy1LpaI/AAAAAAAADMQ/DtWsHerTDes/s1600/Before-Midnight-2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-XNQxwGN7jIU/U_DmOy1LpaI/AAAAAAAADMQ/DtWsHerTDes/s1600/Before-Midnight-2.jpg" height="454" width="640" /></a></span></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Uyarlama Senaryo</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Before Midnight</span></b></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Blue is the Warmest Color</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Prince Avalanche</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Short Term 12</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Selfish Giant</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Uyarlamalara baktığımda ise orijinaller kadar ambale olmadığımı söylemem gerek. <b>Richard Linklater</b>'ın <b>Ethan Hawke </b>ve <b>Julie Delpy</b>'yle birlikte kotardığı <b>Before Midnight </b>elbette şaşırtmadı. Daha önceki filmlerde ne bulduysak burada da o vardı... elbette diğerleri kadar vurucu gelmeyebilir, ancak zaten yılların geçişiyle o romantik havanın daha realist bir tona çekilmiş olması bence filmi özel yapan unsurlardan biriydi. <b>Blue is the Warmest Color </b>ise daha önce de yazdığım gibi sürükleyici, vurucu bir büyüme öyküsüyle Adele'in hayatının en önemli aşamalarından biriyle anlamlandırmaya çalışıyordu. Aksi çok iddia ediliyor ama bence filmdeki her şey amaca hizmet ediyor ve ana karakterinin o anki hislerine tercüman oluyordu. <b>Prince Avalanche </b>ise hoş bir 'buddy' komedisiydi. Elbette filmi, David Gordon Green'in olaylara bakış açısı da yukarılara taşıyordu, ancak çok iyi yaratılan iki karakter de şüphesiz dağ başındaki bu mütevazı filme çok şey katıyordu. Bu yılın bağımsız güzelliklerinden biri olan <b>Short Term 12; </b>yıkıcı bir dünyada, hassas, masum ve arıza karakterleriyle bize etkileyici bir öykü sunuyordu. İngiltere'den de bir güzellik gördük bu sene... Oscar Wilde'ın aynı adlı eserinden esinlenen <b>The Selfish Giant, </b>İngiliz sinemasının en güçlü olduğu kesime, işçi sınıfına bakıyor ve zorlukları, hayatta kalma çabalarını ve elbette trajedileri çocukları odağına koyarak işliyordu. Bu yılın sağlam diğer uyarlamaları arasında; iki farklı tarafın iktidar mücadelesini nefes nefese ve olabilecek en 'procedural' şekilde yansıtan <b>Captain Phillips, </b>genelde çok beğenilmeyen ancak kendini bulma ve geçmişle yüzleşme meselelerine çok doğru noktalardan bakan <b>Boven is het Still (It's All So Quiet), </b>Camille Claudel'e bambaşka bir açıdan yaklaşan <b>Camille Claudel, 1915; </b>bu yılın en muzır komedilerinden <b>This is the End; </b>kim ne derse desin kendini çok sevdiren <b>Philomena; </b>klostrofobik ve çok dinamik senaryosuyla <b>Snowpiercer </b>ile - burada tepki çekeceğim muhtemelen - bu yılın en cesur işlerinden <b>As I Lay Dying</b>'i sayabiliriz. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-ETx-rhwp2-s/U_DmnP6kHxI/AAAAAAAADMY/M7UP9jwuG18/s1600/Adele%2BExarchopoulos.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-ETx-rhwp2-s/U_DmnP6kHxI/AAAAAAAADMY/M7UP9jwuG18/s1600/Adele%2BExarchopoulos.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Kadın Oyuncu</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Cate Blanchett (Blue Jasmine)</span></div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
</div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Julie Delpy (Before Midnight)</span></div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
</div>
</div>
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Adele Exarchopoulos (Blue is the Warmest Color)</span></b></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Paulina Garcia (Gloria)</span><br />
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Greta Gerwig (Frances Ha)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Luminita Gheorghiu (Child's Pose)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Kadın oyuncularda yine 6'ya dayandım... daha da sayardım aslında. Zira bu sene bayağı cennet gibiydi performanslar. Bunda elbette oyuncuların çok büyük payı var... ama uzun zamandır bu kadar iyi yazılmış ve bir filmi tek başına götürebilecek düzeyde kadın karakterler de izlemiyorduk sanırım. <b>Greta Gerwig, Luminita Gheorghiu</b> ve <b>Paulina Garcia, f</b>ilmlerinin ana odak noktasını oluşturuyorlardı. Diğer yandan <b>Adele Exarchopoulos </b>ve <b>Cate Blanchett </b>ise yanlarında çok güçlü iki kadın oyuncuyla beraber yine merkezdeydiler. Sanırım bir tek <b>Julie Delpy </b>istisna... gerçi o da Ethan Hawke'u bariz bir şekilde eziyordu. Her bir oyuncu çok doğaldı. Blanchett bile köşelerde gezinen karakterini karikatüre hiç kaçırmadan gerçekçilikten hiç çıkmıyordu. Ama favorim; kırılganlığı, kararsızlığı, aşkı çok iyi yansıtan Adele oldu. Elbette sadece bu 6 kadın yoktu... Her daim gönülçelen <b>Juliette Binoche </b>(Camille Claudel 1915), adaylık veremediğim için çok üzüldüğüm <b>Lindsay Duncan </b>(Le Week-End), Ilo Ilo ile tanıdığımız <b>Angeli Bayani, </b>Köksüz'ü vazgeçilmez kılan <b>Lale Başar </b>ve <b>Ahu Türkpençe, </b>hem güldüren hem ağlatan <b>Emma Thompson </b>(Saving Mr. Banks), kariyerinin sonlarında hala harikalar yaratan <b>Judi Dench </b>(Philomena), Her daim harika <b>Meryl Streep </b>ve onunla beraber iki lokomotifli bir tren yaratan <b>Julia Roberts </b>(August Osage County), The Grandmaster'da yürekleri dağlayan <b>Zhang Ziyi, </b>Borgman'da en zor işi üstlenmiş olan <b>Hasewych Minis, </b>Polonya aksanıyla da büyüleyici <b>Marion Cotillard </b>(The Immigrant)<b>, </b>Upstream Color'la parlayan <b>Amy Seimetz, </b>bedensel olarak çok zor bir işin altından kalkan <b>Sandra Bullock </b>(Gravity) ve bence komedinin yeni kraliçesi <b>Julia Louis Dreyfuss </b>(Enough Said) bu yılın zikredilmesi gereken isimleriydi. </span></div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://1.bp.blogspot.com/-5s2M_L_rVOM/U_Dm7-kX3sI/AAAAAAAADMg/2sSKBuSavnI/s1600/inside-llewyn-davis-movie-picture-4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-5s2M_L_rVOM/U_Dm7-kX3sI/AAAAAAAADMg/2sSKBuSavnI/s1600/inside-llewyn-davis-movie-picture-4.jpg" height="340" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Erkek Oyuncu</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Oscar Isaac (Inside Llewyn Davis)</span></b><br />
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Irrfan Khan (The Lunchbox)</span></div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Matthew McConaughey (Dallas Buyers Club)</span></div>
</div>
<div style="text-align: start;">
<div style="text-align: center;">
</div>
</div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Joaquin Phoenix (Her)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Toni Servillo (The Great Beauty)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Öncelikle şunu söyleyeyim <b>Matthew McConaoughey</b>'in aldığı tüm ödüller helal olsun. Sadece fiziksel değişimine bel bağlamadan baştan sona kadar filmi sürükleyen bir karakter yaratmıştı. Ancak benim favorim <b>Oscar Isaac</b>'in son derece tutarlı, abartıdan kaçınan Llewyn Davis performansı oldu. Benzer bir şekilde <b>Joaquin Phoenix</b>'in ve <b>Irrfan Khan</b>'ın da yapaylıktan uzak, ince ayarlı duygusal performanslarına da bayıldım. <b>Toni Servillo</b>'ya ise artık söyleyecek söz bulamıyorum. Binbir surat herif, yine çok ekonomik yine çok vurucuydu. Geçelim yılın diğer sağlam erkek oyuncu performanslarına... 12 Years a Slave'le şov nasıl yapılırmış gösteren <b>Chiwetel Ejiofor, </b>aralarda fazlaca abartıya kaçtığını düşünsem de Trance ve Filth'le <b>James McAvoy, </b>The Grandmaster'la filmin herbir karesine nüfuz edip yıldızlaşan <b>Tony Leung, </b>Captain Phillips'in sadece son sahnesinde değil tüm film boyunca </span><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">meziyetlerini çok ayarında gösteren <b>Tom Hanks, </b>kendi babasının babasını oynarken müthiş bir enerjiyle perdeyi dolduran </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Brontis Jodorowsky </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(La Danza de la Realidad), </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">daha iş bitmemiş dedirten </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Bruce Dern </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Nebraska), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Robert Redford </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(All is Lost) ve </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Jim Broadbent </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Le Week-End); 'vay be' dedirten ufaklıklar </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Tye Sheridan </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Mud), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Liam James </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(The Way Way Back) ve </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Conner Chapman </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(The Selfish Giant); ileride yine böyle sağlam roller bulmasını umduğumuz </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Adam Bakri </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Omar), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Ali Atay </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Sen Aydınlatırsın Geceyi), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Kıvanç Tatlıtuğ </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Kelebeğin Rüyası), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Daniel Brühl </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Rush), </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Masaharu Fukuyama </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Like Father, Like Son); sonunda komediyle dramı çok iyi birleştiren bir rol bulan </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Paul Rudd </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(Prince Avalanche) ve maalesef geç keşfettiğim, kendi performansını görme fırsatı bulamamış </span><b style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Jeroen Willems </b><span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">(It's All So Quiet) bu yılın en iyileri arasındaydı. </span></div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-jHDY7g4P6PE/U_DnNVZ0dkI/AAAAAAAADMo/Av5X2P8VP2M/s1600/Lea%2BSeydoux.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-jHDY7g4P6PE/U_DnNVZ0dkI/AAAAAAAADMo/Av5X2P8VP2M/s1600/Lea%2BSeydoux.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Yardımcı Kadın Oyuncu</b></span></div>
</div>
<div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Jennifer Lawrence (American Hustle)</span></div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: start;">
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Lea Seydoux (Blue is the Warmest Color)</span></b></div>
</div>
<div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">June Squibb (Nebraska)</span></div>
</div>
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Mickey Sumner (Frances Ha)</span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Kristin Scott Thomas (Only God Forgives)</span></div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Son yıllarda pek çok farklı filmde karşımıza çıkan <b>Lea Seydoux </b>bence şu an Fransız sinemasının en umut vaat eden oyuncularından biri.. <b>La Vie d'Adele</b>'in bu kadar vurucu olması ise rol arkadaşıyla yakaladığı uyum ve şüphesiz karakterinin filme getirdiği sağlam duruşla da alakalı bence. Aşık olunası kadın tanımını Emma'yla yeniden yazdı bence Seydoux. Ne derece büyük şovlara girişebileceğini hem gişe hem art-house işlerden gösteren <b>Jennifer Lawrence </b>ise artık işi bence utanmazlığa vardırdı. Ufak rolüyle <b>American Hustle</b>'ın tutmasında en büyük pay onundu bence. Yine ana karakterlerden rol çalan <b>June Squibb, </b>huysuz ihtiyar klişesine karşı konulamaz bir anneanne sıcaklığı kattı. <b>Mickey Sumner </b>ise <b>Frances Ha</b>'da belki Gerwig'den odağı çalamıyordu ama ama iki karatker çok iyi bir şekilde bütünleşmişlerdi. Takip edilesi bir oyuncu daha gördük... Ve gelelim yılların başka bir utanmazına; <b>Kristin Scott Thomas! </b>Only God Forgives'de sınır tanımıyordu resmen. Maalesef günümüzün en değeri bilinmeyen oyuncularından biri bence. Yılın diğer kayda değer isimleri arasında 12 Years a Slave'le Oscar kazanan ama şahsen beni çok da etkilemeyen <b>Lupita Nyong'o</b> ve filmin bence asıl harikalarından <b>Sarah Paulson </b>vardı.<b> </b>Kalabalık bir kadronun içindeyken başrollerden sonra en dikkat çekici isim olmayı beceren oyuncular da vardı; <b>Margo Martindale </b>(August Osage County), <b>Allison Janney </b>(The Way Way Back), <b>Tilda Swinton </b>(Snowpiercer), <b>Alexandra Maria Lara </b>(Rush), <b>Pauline Burlet </b>(Le Passe) ve <b>Yoko Maki </b>(Like Father, Like Son) adı geçmesi gereken diğer oyuncular arasında yer alıyor... Cate Blanchett'e rol paslamanın çok ötesinde bir iş çıkaran <b>Sally Hawkins </b>(Blue Jasmine), komedide ne kadar yetenekli olduğunu bir kere daha gösteren <b>Scarlett Johansson </b>(Don Jon) ve Her'ün insani yüzünü üstlenen <b>Amy Adams'</b>ı da unutmamak gerek. Tabii ki yardımcı kadın oyuncu diyince ister istemez 'anne' kimliği de bayağı öne çıkıyor. <b>Geraldine Pailhas </b>(Jeune & Jolie), <b>Nicole Kidman </b>(Stoker), <b>Octavia Spencer </b>(Fruitvale Station), <b>Yann Yann Yeo </b>(Ilo Ilo) ve tek sekanslık muhteşem şovuyla <b>Uma Thurman </b>(Nypmhomaniac) bu yılın favori anneleri oldu. </span></div>
</div>
</div>
<div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-PPMDwIVfpKM/U_DnciUetbI/AAAAAAAADMw/Idusjr6AmwE/s1600/Barkhad-Abdi-Captain-Phillips.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-PPMDwIVfpKM/U_DnciUetbI/AAAAAAAADMw/Idusjr6AmwE/s1600/Barkhad-Abdi-Captain-Phillips.jpg" height="356" width="640" /></a></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Yardımcı Erkek Oyuncu</b></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Barkhad Abdi (Captain Phillips)</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">James Franco (Spring Breakers)</span></div>
</div>
<div>
<div>
<div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Jared Leto (Dallas Buyers Club)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Tim Blake Nelson (As I Lay Dying)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Nawazuddin Siddiqui (The Lunchbox)</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Ahmet Rıfat Sungar (Soğuk)</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Daha ilk filminde Tom Hanks'le aşık atan ve filmin en albenili unsurlarından birine imza atan <b>Barkhad Abdi</b> yılın en akılda kalıcı işlerinden birini çıkardı. Her daim deli <b>James Franco </b>ise tam dişine göre bir manyaklık bulmuştu <b>Spring Breakers</b>'da. (Bu arada <b>This is the End</b>'de de pek şükelaydı) <b>Jared Leto, </b>hiç abartıya kaçmayan ve hikayedeki etkisini çok ince bir ayarda verecek şekilde yazılan Rayon'la kariyerinin zirve noktalarından birine imza attı. Uğur Yücel, çok iyi filmler yapmaz ama oyuncuları çok iyi yönetir. <b>Ahmet Rıfat Sungar </b>ise bu avantajı yeteneğiyle birleştirerek <b>Soğuk</b>'un en ve tek akılda kalıcı karakterine imza atıyordu. Irrfan Khan'la inanılmaz tatlı bir ikili oluturan <b>Nawazuddin Siddiqui'</b>yi burada dışarıda bıraksaydım beni uyku tutmazdı sanırım. Ve elbette bu yılın en görmezden gelinen performanslarından biriyle <b>Tim Blake Nelson</b>... adamı izlerken tanıyamadım bile. İş yardımcı karakterlere gelince bazı oyuncular haliyle verimli geçirdikleri yılda birden çok iltifatı hakediyor. Tam üç filmde harikalar yaratan <b>Ben Foster </b>(Ain't Them Bodies Saints, Kill Your Darlings, Lone Survivor) ve <b>Jonah Hill </b>(The Wolf of Wall Street, This is the End) bu yılı verimli geçiren oyunculardandı. Hazır verimli demişken kariyerinin altın çağını yaşayan <b>Matthew McConaughey</b>'in Mud'daki performansını da anmak lazım. Disconnect'in tüm kadrosunu saymalı aslında ama en çok da <b>Colin Ford</b>'u unutmamalı. Zaten hep uzaylıya benzettiğim <b>Benedict Cumberbatch, </b>Khan rolüyle Star Trek Into Darkness'le yılın en iyi kötü adam performanslarından birini sergiledi. <b>Bradley Cooper, </b>American Hustle'la Oscar adaylığını bence haketti ama asıl ilgi <b>Jeremy Renner</b>'ın hakkıydı. Jack Black olmaya soyunan <b>Emile Hirsch </b>ise Prince Avalanche'da Paul Rudd'la beraber harika bir ikili oluşturdu. Yılın dikkat çeken diğer isimleri arasında ise <b>Kyle Chandler </b>(The Spectacular Now), <b>Riri Furanki </b>(Like Father, Like Son), <b>Sam Rockwell </b>(The Way Way Back), <b>Şevket Süha Tezel</b>'i (Eve Dönüş: Sarıkamış 1915) de anmak lazım. </span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-LlTRN5EJy5k/U_DnwXgyrtI/AAAAAAAADM4/PmIaz_40WQc/s1600/Frances-Ha-ensemble.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-LlTRN5EJy5k/U_DnwXgyrtI/AAAAAAAADM4/PmIaz_40WQc/s1600/Frances-Ha-ensemble.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: blue;"><b>Ensemble</b></span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">12 Years a Slave</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">American Hustle</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Frances Ha</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Inside Llewyn Davis</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Krugovi (Circles)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Mud</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">İlginçtir, buradaki adayların ikisi hariç diğerlerinin hiçbiri oyuncu kategorilerinde aday çıkaramadı. Ama zaten olay o değil. Bireysel başarıların benim açımdan başka performansların gölgesinde kaldığı işler ana ve yan cast arasındaki uyumla bir bütün olarak çok daha güçlü bir seyirlik karşımıza çıkarıyor. <b>American Hustle, Krugovi </b>zaten tam anlamıyla ensemble işleriydi. <b>12 Years a Slave, Inside Llewyn Davis </b>ve <b>Mud </b>ise şüphesiz ana karakterlerine büyük bir ağırlık veriyorlardı. Ancak en ufak diyaloglu rollerde bile sağlam bir hassasiyet vardı. <b>Frances Ha </b>da keza Greta Gerwig üzerinden yürüyordu yoluna ama irili ufaklı rol kapan herkes filmin enerjisini çok çok yukarılara çekiyordu. Yılın başka anılmaya değer kadro performansları arasında <b>August Osage County, Dallas Buyers Club, Short Term 12, Jeune & Jolie, Köksüz, Blue is the Warmest Color, Le Passe, Like Father Like Son, Nebraska, Rush, Saving Mr. Banks </b>(işte ensemble ruhu buna denir), <b>The Spectacular Now, As I Lay Dying, This is the End </b>ve <b>The Immigrant </b>vardı. </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://1.bp.blogspot.com/-B2hc_6RXH-A/U_DpVeLur1I/AAAAAAAADNE/lRyqKtIakBU/s1600/spring-breakers.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-B2hc_6RXH-A/U_DpVeLur1I/AAAAAAAADNE/lRyqKtIakBU/s1600/spring-breakers.png" height="326" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">Görüntü Yönetmenliği</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Gravity</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Immigrant</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Inside Llewyn Davis</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Jiseul</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Rush</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Spring Breakers</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Dijital kamera fikri en baştan beri beni irite ediyor ama şemsiye bir kere açıldı bile. Artık zevk almayı öğrenmek gerekiyor. Şu ana kadar bu önyargımı delen görüntü yönetmenleri oldu. Dion Beebe, Claudio Miranda ve Anthony Dod Mantle aklıma gelen ilk isimler. <b>Spring Breakers</b>'da Benoit Deble da bu gruba eklendi. İzlerken 'işte dijital kamera aynen bu şekilde kullanılmalı' dedim içimden. Elindeki olanakları sonuna kadar en aykırı şekillerde kullanan filmin görüntü yönetmenliği bu yılın en iyi çalışmalarından biriydi. <b>Gravity </b>ve <b>Inside Llewyn Davis</b>'i burada görmek sanırım kimseyi şaşırtmamıştır. Acı verici derecede görmezden gelinen <b>Rush</b>'ı (Dod Mantle) ve siyah beyaz güzelliğe kendini kaptıranlar için <b>Jiseul </b>bu yılın en 'güzel' işlerindendi. <b>The Immigrant</b>'ı da unutmamak gerekiyor. Daha konvansiyonel bir çalışma vardı ama nefes kesiciydi ışıklar. Gelelim yılın kayda değer diğer filmlerine... <b>All is Lost, Computer Chess, Captain Phillips, Circles, Du Zhan (Drug War), Frances Ha, The Great Beauty, American Hustle, Lone Survivor, Leviathan </b>(belgesel olanı elbette... diğeri 2014), <b>Nebraska, Only God Forgives, </b>şahane <b>Prisoners, The Grandmaster, Trance </b>ve <b>Snowpiercer</b></span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-QTD7qcGisus/U_Dpx_MutYI/AAAAAAAADNM/WMkVAcwQ3a0/s1600/cptphillips1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-QTD7qcGisus/U_Dpx_MutYI/AAAAAAAADNM/WMkVAcwQ3a0/s1600/cptphillips1.jpg" height="426" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">Kurgu</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Captain Phillips</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Du Zhan (Drug War)</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Gravity</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Beauty</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Rush</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Yukarıdaki sahneyi izleyin yeter... aslında yetmez. Tüm film - her Greengrass filmi gibi - harika bir şekilde kesilip biçilmişti. Sadece kovalamacalı sahnelerde değil, ikili atışmalı anlarda da her an kontrolü elinden bırakmayan bir montaj işi gördük. Benzer durum <b>Du Zhan</b>'da da vardı. Bakması çok keyifli bir filmdi şüphesiz ve bilindik polisiye mantığından uzak senaryosunu dinamik ve arada afallatan hareketlerle daha da çekici hale getiriyordu. Tüm yıl boyunca çok konuşulan <b>Gravity </b>ve <b>The Great Beauty</b>'den ayrıntıyla bahsetmeye gerek yok. Ama <b>Rush</b>'ı özel olarak analım. Son yıllarda gördüğüm en tutkulu ve neredeyse kusursuz işlerden birisiydi. Bu yılın montaj masasında yaratılan diğer harikalarına bakalım şimdi.. <b>Lone Survivor</b>'a özel bir alkış lazım. Bunun yanında <b>Snowpiercer, Trance, Upstream Color, Spring Breakers, Sound City, Only God Forgives, Jiseul </b>çok şahane işlerdi. <b>A Field in England, All is Lost, Child's Pose, Dallas Buyers Club, Frances Ha, La Vie d'Adele, Her </b>ise öykülerinde yakaladıkları başarıyı montaj masasında iyice güçlendiren işlerdendi. Son olarak tematik anlamda da tüm kurgu oyunlarını kolayca içine alan <b>Suspension of Disbelief'</b>e bir yıldızlı pekiyi verelim. </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-w8Ryb7n2E_s/U_DrS8hzuBI/AAAAAAAADNY/9RWG7akOwbM/s1600/snowpiercer.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-w8Ryb7n2E_s/U_DrS8hzuBI/AAAAAAAADNY/9RWG7akOwbM/s1600/snowpiercer.png" height="336" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">Sanat Yönetmenliği</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Grandmaster</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Beauty</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Gatsby</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Her</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Snowpiercer</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Buradaki beş adaya da ödülü gönül rahatlığıyla verebiliriz aslında. <b>The Grandmaster, </b>klasik bir Wong Kar Wai mükemmelliğiydi ve yine görüntülerinin yanında sanat yönetmenliğinden de bolca besleniyordu. <b>The Great Beauty </b>bu alanda harikalar yaratmak için ille geleceğe veya geçmişe gitmenin gerekmediğini gösteriyordu bize. <b>Her, </b>çok ince, gösterişsiz ve zeki ayrıntılarla döşenmiş setler ve dijital tasarımlardan oluşuyordu. <b>The Great Gatsby</b>'de Catherine Martin - şaşırmıyoruz - yine mükemmel bir şekilde uçmuştu. Ancak yılın en beğendiğim işi bir grup vagon içerisinde koskoca bir dünya yaratan <b>Snowpiercer </b>oldu. Yılın diğer kayda değer işleri... <b>The Wolf of Wall Street, </b>bir Alejandro Jodorowsky deliliği <b>La Danza de la Realidad, Man of Steel, Oblivion, Only God Forgives, Oz the Great and Powerful, Rush, Saving Mr. Banks, Spring Breakers, Star Trek into Darkness, Stoker, The Immigrant, The Hunger Games: Catching Fire, The Secret Life of Walter Mitty, Trance </b>ve <b>Riddick. </b></span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-pvJUmfRLSz0/U_DrioV9ilI/AAAAAAAADNg/53iTFmtCAjw/s1600/allislost-image.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-pvJUmfRLSz0/U_DrioV9ilI/AAAAAAAADNg/53iTFmtCAjw/s1600/allislost-image.jpg" height="332" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: blue;"><b>Ses (Miksaj & Efekt)</b></span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">All is Lost</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Lone Survivor</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Gravity</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Rush</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Captain Phillips</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Sıfır diyaloglu bir filmde en ince detaylarıyla okyanusta yalnız kalmış gibi olduk biz de... <b>All is Lost, </b>gösterişsiz ama bir o kadar da dolu dolu bir ses bandı sunuyordu bize. <b>Lone Survivor </b>ise gösterişin alasını yapıyordu ama görmezden gelmek mümkün değil, sizi adeta çatışmaların ortasına atıyordu. <b>Rush'</b>la birlikte F1 pistlerinde dolaştık ve filmin tutkulu görüntüleri, dinamik kurgusunu harika miksajı tamamlıyordu. <b>Gravity, </b>uzay boşluğunda gördüğümüz en iyi ses bantlarından birine sahip kanımca, üstelik müziği de çok iyi yediriyordu... ve özellikle Gravity gibi <b>Captain Phillips</b> de müzik-efekt kombosunu gümbür gümbür perdeye aktarıyordu. Yılın kulağımıza çarpan diğer kayda değer işleri arasında; <b>A Field in England, Despicable Me 2, Inside Llewyn Davis, Iron Man 3, Man of Steel, Oblivion, Stranger by the Lake, The Wolf of Wall Street, Star Trek Into Darkness, The Grandmaster, The Great Gatsby, The Hobbit: The Desolation of Smaug, The Lone Ranger, The World's End, Trance, Upstream Color </b>ve <b>Snowpiercer </b>var... </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://1.bp.blogspot.com/-HXlGMgXLsK8/U_Drx4Z2BeI/AAAAAAAADNo/dV4hj_62_nw/s1600/gravity4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-HXlGMgXLsK8/U_Drx4Z2BeI/AAAAAAAADNo/dV4hj_62_nw/s1600/gravity4.jpg" height="320" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">Görsel Efekt</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Gravity</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Man of Steel</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Pacific Rim</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Rush</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Star Trek Into Darkness</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Gravity</b>'yi konuşmak yersiz... Haksız bir rekabet söz konusuydu ve film bu konuda ne kadar övgü alırsa alsın hepsini hakediyordu. Son derece dandik bir film olmasına karşın <b>Pacific Rim </b>ise bence bu kategoride yılın en iyi ikinci işiydi. <b>Man of Steel </b>ve <b>Star Trek Into Darkness </b>ise ondan aşağı kalmıyordu. Özellikle Man of Steel'in son bölümü bayağı iyiydi bu konuda. <b>Rush </b>ise bilindik efekt filmlerinden değil tabii ki... ama ben sanırım bu tip destekleyici efekt meselelerini daha ciddiye alıyorum. Bu yılın çoğunlukla beyne ziyan ama gözlere iyi davranan filmleri arasında <b>After Earth, Elysium, The Wolverine, World War Z, The Lone Ranger </b>ve <b>Riddick </b>gibi işler de vardı. Oldukça eğlenceli işler olan <b>Oblivion, Oz the Great and Powerful, Pain & Gain, Trance, The Hunger Games: Catching Fire, The Great Gatsby </b>ve <b>The World's End</b>'e ek olarak Marvel klasikleri <b>Iron Man 3 </b>ve <b>Thor: The Dark World</b>'ü de unutmamak lazım. </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-DUWVvrtSrnk/U_DsR-OMxXI/AAAAAAAADNw/5ldPrDUKh7w/s1600/great-gatsby-costume.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-DUWVvrtSrnk/U_DsR-OMxXI/AAAAAAAADNw/5ldPrDUKh7w/s1600/great-gatsby-costume.jpg" height="320" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: blue;"><b>Kostüm</b></span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">American Hustle</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Grandmaster</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Gatsby</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Her</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Snowpiercer</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Catherine Martin diyorum başka da bir şey demiyorum. Baz Luhrmann, onunla evli olduğu için ve kadını iş hayatında da tamamen kendisine bağladığı için çok şanslı. Martin olmasa Luhrmann'ın zevzeklikleri kesinlikle daha az çekilir olurdu, adım gibi eminim. Tıpkı <b>The Great Gatsby </b>gibi bir defile niteliğindeki <b>American Hustle </b>da bu yılın en görkemli tasarımlarından birini sunuyordu. Hem dönem filmi olması hem de işin başında Wong Kar-Wai olmasından ötürü <b>The Grandmaster</b>'ın bu listede olmama ihtimali elbette sıfır. <b>Her </b>oldukça sade fütüristik tasarımlarla filmin genel atmosferini destekliyordu. <b>Snowpiercer </b>ise görsel her alanda olduğu gibi burada da kendi evrenini yaratmak konusunda çok başarılıydı. Geçelim diğerlerine... dönem filmlerinden <b>12 Years a Slave, The Invisible Woman, Inside Llewyn Davis, </b>araya bolca fantastik dokunuş da boca eden<b> La Danza de la Realidad, Rush, Saving Mr. Banks, The Immigrant, Wakolda, Dallas Buyers Club, The Wolf of Wall Street </b>ve yine fantastik dokunuşlarla <b>The Lone Ranger </b>ile <b>Oz: The Great and Powerful </b>bu kategoride adı anılması gereken işlerden. Stilize bir gerilim sunan <b>Stoker</b>, fazlaca alternatif sularda gezinen <b>Only God Forgives'</b>in yanında fantastik janra hizmet eden <b>Man of Steel, The Hobbit: The Desolation of Samug, The Hunger Games: Catching Fire </b>ile günümüzde masalsı bir hava yakalayan <b>The Secret Life of Walter Mitty</b>'yi de anmış olalım. </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-HyfssTtxgGw/U_DsrXHJnKI/AAAAAAAADN4/voVVBB3YK0c/s1600/dallas_buyers_club_jared_leto_-_h_-_2013.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-HyfssTtxgGw/U_DsrXHJnKI/AAAAAAAADN4/voVVBB3YK0c/s1600/dallas_buyers_club_jared_leto_-_h_-_2013.jpg" height="360" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: blue;"><b>Makyaj</b></span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Rush</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Star Trek Into Darkness</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Great Gatsby</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Hunger Games: Catching Fire</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Dallas Buyers Club</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Yine gösterişten kaçıp sade ve gösterişsiz yaratıcı tasarımlarıyla <b>Dallas Buyers Club</b>'ı seçeceğim burada. İnanılmaz düşük bir bütçeyle filmin sadece makyaj değil her kategorisinde çok önemli başarılara imza attığını düşündüğümü de burada not edeyim. Bir uzay geleneği olarak <b>Star Trek Into Darkness </b>elbette yine kusursuzdu. <b>Rush </b>ise bu konuda çok zor bir işin altında kalkıyordu. Plastik makyaj konusunda gerçekçiliği çok iyi tutturduklarını düşünüyorum. <b>The Great Gatsby </b>her tasarımsal kategoride olduğu gibi burada çok yaratıcıydı ve deli iş gücü sebebiyle ayrıca takdir edilesiydi. Elbette Hunger Games serisinin son halkası <b>Catching Fire... </b>bu serinin tasarımlarına hastayım. Gelelim diğerlerine... fütüristik dünyalardan <b>Snowpiercer, Elysium; </b>fantastik diyarlardan <b>Oz the Great and Powerful, The Hobbit: The Desolation of Smaug, The World's End; </b>dönem şıklıklarından <b>American Hustle, Saving Mr. Banks, The Immigrant, The Grandmaster; </b>çığlık attıran, mide kaldıran ve hatta sinir bozanlardan <b>Evil Dead, Only God Forgives, Spring Breakers, Lone Survivor</b>'ı da sayalım... İlk bakışta hiçbir numarası yokmuş gibi gözüken <b>August Osage County </b>ve plastik makyaj mucizesi <b>Bad Grandpa</b>'yı da unutmayalım. </span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-Lz6uNNfxo8g/U_DtJQSltlI/AAAAAAAADOE/5w8MlLIpzdc/s1600/all-is-lost.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-Lz6uNNfxo8g/U_DtJQSltlI/AAAAAAAADOE/5w8MlLIpzdc/s1600/all-is-lost.jpg" height="340" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">Müzik</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">All is Lost</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Captain Phillips</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue', Arial, Helvetica, sans-serif;">Her</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Jiseul</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">La Migliore Offerta (The Best Offer)</span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Çok sağlam bir müzisyen kazandık bu yıl... <b>Alex Ebert, All is Lost</b>'ta hem tematik score'u hem de şarkısıyla büyüledi resmen... Çoğunlukla filmi destekleyici mantıkta kullanılan <b>Captain Phillips</b>'in müzikleri bu yıl en aklımda kalan işlerden oldu. <b>Her</b>'le Arcade Fire üyeleri de bu işi klişe ustalar kadar iyi kotarabileceklerini gösterdiler. Yoğun müzik kullanımı sayesinde bestelerini aklınıza kazıyan <b>Jiseul</b>'un yanında, ustaları temsilen de Ennio Morricone'nin <b>La Migliore Offerta'</b>sını buraya ekleyelim. Gelelim diğerlerine... <b>A Field in England, Before Midnight, Rush, Kelebeğin Rüyası, Lone Survivor, Man of Steel, Monsters University, Only God Forgives, Spring Breakers, Star Trek Into Darkness, Cvetat na Hamiliona </b>(The Color of the Chameleon)<b>, The Immigrant, Trance, Snowpiercer</b>'ı da unutmayalım. Tabii şunu da unutmamak lazım.. Eğer bir soundtrack ödülü olsaydı <b>Inside Llewyn Davis </b>ve <b>The Great Beauty </b>kıyasıya kapışırdı. </span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br />
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-yw1Ahepb8lc/U_DtjG9fJ-I/AAAAAAAADOM/BU2X1MxnuL4/s1600/bir-hikayem-var.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-yw1Ahepb8lc/U_DtjG9fJ-I/AAAAAAAADOM/BU2X1MxnuL4/s1600/bir-hikayem-var.png" height="344" width="640" /></a></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span style="color: blue;">2013'ün En Kötüleri</span></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">A Good Day to Die Hard</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Aşk Kırmızı</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Bir Hikayem Var</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">The Canyons</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">G.I. Joe: Retaliation</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Hansel and Gretel: Witch Hunters</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Hititya Madalyonun Sırrı</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Karaoğlan</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Movie 43</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Özür Dilerim</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Bunca güzelliğin yanında bir de yılın pişmanlıklarına bakalım. Bu yılın en kötüsü, benim hayatımda da bir ilke imza atmama sebep oldu. İlk defa bir filmin yarısından çıktım. <b>Bir Hikayem Var, </b>katlanılır bir şey değildi. Bu yıl listemizi şenlendiren 'harika' yerli filmler arasında Güven Kıraç'ın şov yapmak adına giriştiği ama başka hiçbir meziyeti içinde bulundurmayan <b>Özür Dilerim, </b>sinemamızın fantastik olma çabalarından <b>Karaoğlan </b>ve <b>Hititya </b>ile... sağolsun bizi pek güldüren <b>Aşk Kırmızı </b>listemizi şenlendirdi. <b>A Good Day to Die Hard </b>serinin utanç kaynağı olurken, <b>G.I. Joe: Retaliation </b>'zaten ne bekliyorduk' kategorisinde kendini gösterdi. <b>Hansel and Gretel, </b>alternatif bakış açısı getirme meselesini çok yanlış anlamıştı. Yılın en büyük fiyaskosu ise şüphesiz yaratıcı beyinlerinden ötürü büyük hayal kırıklığına uğratan <b>The Canyons</b>'dı. <b>Movie 43</b>'ten bahsetmek bile istemiyorum. Yılın adı mutlaka anılması gereken diğer rezaletlerini de unutmayalım. <b>Mahmut ile Meryem, Ender's Game, Benim Dünyam, After Earth, Jack the Giant Slayer, Olympus Has Fallen, Bad Grandpa, </b>Almodovar'ın bizi çok üzen <b>I'm So Excited</b>'ı<b>, Diana, Tamam mıyız?, R.I.P.D., Adore </b>(aka Two Mothers), <b>Pacific Rim, Erkek Tarafı: Testesteron, The Wolverine, The Counselor, The Congress, The Lone Ranger, 47 Ronin, Only Lovers Left Alive </b>ve <b>Kick-Ass 2 </b>criticker hesabımı kıpkırmızı puanlarıyla renklendirdiler. </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Daha güzel, daha da sinemayla dolu bir yıl olsun... sürç-i lisan ettiysek affola</span></div>
</div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-22840788995999209442014-03-02T12:55:00.001+02:002014-03-02T12:55:20.677+02:002014 Oscar Tahminleri: Vol.3<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Thbv_0q2g8s/UxJUxfOlH5I/AAAAAAAADIY/HZr1Df38zko/s1600/oscar-preps.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-Thbv_0q2g8s/UxJUxfOlH5I/AAAAAAAADIY/HZr1Df38zko/s1600/oscar-preps.jpg" height="422" width="640" /></a></div>
<br />
2014 Oscar tahminlerinde son aşamaya gelmiş bulunuyoruz. En İyi Film'e giden ana kategorilere (oyuncular, senaryo ve yönetmene bakacağız burada) ve elbette gecenin en büyük ödülüne. Daha önce de bahsettiğim gibi şu anda bahisler daha çok <b>12 Years a Slave </b>ve <b>Gravity </b>üzerine gitse de, ben hala inatla üç başlı bir yarışla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. <b>American Hustle, </b>10 adaylık sisteminin beraberinde getirdiği 'herkesin birinci sıraya koymasa bile seveceği film, Oscar'ı alır' kuralına en çok uyan filmlerden. 10'luk sistemde bu duruma sanırım tek istisna olarak <b>The Hurt Locker</b>'ı verebiliriz. Ancak orada da yine bir kadın yönetmen ve karşısında 'herkesin sevdiği iddialı bir filmin' olmaması (evet <b>Avatar, </b>sonuçta yaşlıların gözbebeği değildi) gibi bir durum vardı. Onun dışında 10'luk (daha doğrusu 5-10'luk) sistemde hep sivri köşelerinden arınmış ve Akademi üyelerinin sıralarken kolayca 2 veya 3. sıraya koyabileceği filmler kazandı.<br />
<br />
Bu yıl şu tip farklı senaryolar mevcut... her şey beklendiği gibi gider ve teknik ödüllerde <b>Gravity </b>baskın çıkar ve<b> </b>zırtpırt ödüllerde de <b>12 Years Slave</b>'in en iyi film dışında bir şeyler almasına onay veren bir tabloyla karşılaşırsak gecenin galibi tahmin yapanlar üzerinde çok büyük bir şok yaratmaz. Ancak <b>American Hustle </b>daha teknik kategorilerde kendini saçma bir şekilde göstermeye başlar ve üstüne bir de senaryoyu alırsa iddiasını kaybetmediğini gösterebilir. İşin oyuncu kısımlarında ise tablo o kadar pembe değil. Zira <b>American Hustle</b>'ın<b> </b>(bundan önceki iki <b>David O. Russell </b>filmi gibi) dört oyuncu adayı çıkarmasına karşın hiçbirini kazanamama ihtimali çok yüksek. Hatta biz de öncelikle oyunculardan başlayalım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-2OO3M1t7vZE/UxJWIlmFNDI/AAAAAAAADIk/dXL9Wjfbs0k/s1600/lupita-win.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-2OO3M1t7vZE/UxJWIlmFNDI/AAAAAAAADIk/dXL9Wjfbs0k/s1600/lupita-win.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b>Yardımcı Kadın Oyuncu</b></span></div>
Eğri oturup doğru konuşalım, daha geçen yıl Oscar'ı almış olmasa <b>Jennifer Lawrence </b>havada karada bu ödülü alırdı. Ancak daha 25 yaşına gelmeden iki Oscar alması kadar absürd bir şey olamaz. Diğer yandan Lawrence için kolayca şunu söyleyebiliriz. Sıradan bir oyuncudan bahsetmiyoruz. Amerika'nın yeni 'sweetheart'ı var karşımızda. Üstelik zamanında <b>Julia Roberts</b>'ın olduğu gibi bu ünvanı sadece gişe filmleriyle de elde etmedi. Hem popüler hem de artsy-fartsy camiada çok seviliyor. Her filmde rol çalıyor. Yarattığı kişisel imajı da kesinlikle çok güçlü. Eğer büyük trajediler yaşanmazsa geleceğin <b>Meryl Streep</b>'ine baktığımızı kolayca söyleyebiliriz. Muhtemelen bunların etkisindeki bir grup Akademi üyesi de ilk başta bahsettiğim saçma durumu boşverip bu rol ve kalp çalan performansa oy yağdırabilir. Ne var ki, bu kategori çoğunlukla yeni yüzlerin mahallesi ve <b>12 Years a Slave </b>çıktığından beri herkesin bayılarak ve imrenerek baktığı <b>Lupita Nyong'o </b>ödülü götürür diye düşünüyoruz. Nyong'o'nun performansında bence hiçbir nane yok. Ancak sabun güzelimiz yüksek ihtimalle Lawrence'ın 'önceden Oscar'lı olma senromu' yüzünden ödülü götürecek. Ama başka bir seçenek daha var. O da <b>Nebraska</b>'nın harikulade anası <b>June Squibb. </b>Squibb çok popüler değil. Ancak Lawrence ve Nyong'o konusunda benim gibi düşünen Akademi üyeleri çoğunluktaysa sağlam bir kaçış noktası sunuyor insanlara. Şu noktada Squibb'in işleri bozabileceğinin o kadar çok bahsi geçiyor ki, bir sürpriz yaparsa onun sürprizlik hali kalmadı. Ancak beklenmedik bir sürpriz konuşacaksak <b>Sally Hawkins</b>'e bakmakta fayda var. Saygı gören ve sevilen bir oyuncu. Azımsanmayacak bir kitle hala <b>Happy Go-Lucky'</b>yle aday olamaması yüzünden kızgın ve üstüne üstlük <b>Cate Blanchett</b>'in karşısında çok zıt ve zengin nüanslı bir karakterle çıkması çoğu kişiyi de etkiliyor. <b>Julia Roberts </b>aday olduğu için - hardcore bir hayranı olarak - çok mutluyum ama performansının beni o kadar yerden yere vurmadığını kolayca söyleyebilirim. Adaylık da güzeldir.<br />
<br />
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Lupita Nyong'o, 12 Years a Slave</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">June Squibb, Nebraska</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: </i></b><b><i><span style="color: blue;">June Squibb, Nebraska</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Lea Seydoux, Blue is the Warmest Color</span></i></b><br />
<b><i><span style="color: blue;"><br /></span></i></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-E04WceueFc0/UxJW3TsZiQI/AAAAAAAADIs/CXfxhDbzkOo/s1600/jared_leto_critics_choice.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-E04WceueFc0/UxJW3TsZiQI/AAAAAAAADIs/CXfxhDbzkOo/s1600/jared_leto_critics_choice.jpg" height="444" width="640" /></a></div>
<b><i><span style="color: blue;"><br /></span></i></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b>Yardımcı Erkek Oyuncu</b></span></div>
<b>Jared Leto</b>'nun bir travestiyi canlandırdığını ilk duyduğumda adaylık şansı bile olacağını beklemiyordum. Çünkü filmin bu kadar iyi ve popüler olacağını bilmediğim gibi, hiçbir zaman tam olarak sektör tarafından sahiplenilmemiş Leto'nun son yıllarda Hollywood'dan iyice uzak durmasının da bu sonucu etkileyeceğini düşünüyordum. Ancak daha sezon başında kendini pazarlama kampanyasının ortasına attığında ikna oldum. Ondan sonrasını da zaten biliyorsunuz. Neredeyse tüm sezonu domine etti kendisi. Bence sonuna kadar da hakediyor. Leto'nun karakteri ve öykü içindeki konumu ilk bakışta klasik bir Oscar karakteri gibi dursa da klasik anlamda Oscar'ı hedefleyen niteliklerden de son derece uzak. Senaryoya etkisi hep çok ince bir şekilde veriliyor ve Leto da işini çok ayarlı bir şekilde yapıyor. Ortaya çıkmak için abuk subuk bağırmalı/ağlamalı/kusmalı/ölmeli sahneleri yok. Elbette bunların hepsi başına geliyor ama hiçbir şekilde abartı ve gösteriş görmüyorsunuz perdede. İçinde yer aldığı her sahnede çok organik bir şekilde filme adapte oluyor ve her şeyden önce alkışlanası bir doğallığı var. Bu kategorideki bir başka favorim <b>Barkhad Abdi </b>(ve Leto kaybederse sadece ona kaybetsin lütfen) <b>Tom Hanks</b>'in karşısında bir an bile ezilmediği gibi ilk filminde (rolünün öyküdeki yoğunluğunu da bir avantaja çevirerek) tüyleri diken diken ediyor. <b>Michael Fassbender </b>bence yukarıda ''Leto yapmıyor'' diye bahsettiğim her şeyi abarta abarta yapıyor. Karakterin sarhoşluk/delilik dışında açıklanabilir hiçbir derinliği yok varsa da bunu veremiyor. <b>Bradley Cooper</b>'a gelirsek, güçlü ama yeterince değil. Ancak aşırı bir <b>American Hustle </b>sevgisiyle yolunu bulabilir. <b>Jonah Hill </b>ise ilk adaylığındaki (Moneyball) gibi beni etkilemedi ama <b>The Wolf of Wall Street</b>'te<b> </b>aslen bir komedyen olmanın getirdiği avantajıyla filmin en iyisi olduğunu düşünüyorum. Yine de o abartı dişle ciddiye almak o kadar zor ki.<br />
<br />
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Jared Leto, Dallas Buyers Club</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Barkhad Abdi, Captain Phillips</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: </i></b><b><i><span style="color: blue;">Jared Leto ve Barkhad Abdi </span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">James Franco, Spring Breakers</span></i></b><br />
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-c7qqVOL1PfE/UxJW_1MadJI/AAAAAAAADI0/yCjb1u0Q7gM/s1600/cate-blanchett-bafta-win.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-c7qqVOL1PfE/UxJW_1MadJI/AAAAAAAADI0/yCjb1u0Q7gM/s1600/cate-blanchett-bafta-win.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #990000; font-size: large;">Kadın Oyuncu</span></b></div>
<br />
Geçelim <b>Cate Blanchett </b>kategorisine... Woody'yle ilgili tartışmaların Blanchett'in şansını etkileyeceğine hiç ihtimal vermiyorum. Şimdiye kadar çoktan ikilemiş olması gereken oyuncu son derece albenili Jasmine karakteriyle olayı götürür. Kazanmazsa çok büyük şok olur. Ha alternatif olarak aylarca - hem sağlık sorunları hem de filmin popülaritesi sebebiyle - <b>Judi Dench </b>diyordum ama sanırım ille bir sürpriz olacaksa 'en iyi film' yarışının üçüncü ortağı olduğunda inat ettiğim <b>American Hustle</b>'la <b>Amy Adams </b>bir şok dalgası yaymaya müsait. Üstelik bu beşli içinde Oscar'ı olmayan tek kişi de o. <b>Meryl Streep </b>ve <b>Sandra Bullock</b> da Cate'i alkışlayıp arada öpüşürler falan.<br />
<b><i><span style="color: blue;"><br /></span></i></b>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Cate Blanchett, Blue Jasmine</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Amy Adams, American Hustle</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: </i></b><b><i><span style="color: blue;">Cate Blanchett, Blue Jasmine</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Adele Exarchopoulos, Blue is the Warmest Color</span></i></b><br />
<b><span style="color: blue;"><br /></span></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-YUOTvMqdbto/UxJXRRk7zVI/AAAAAAAADI8/moKzvI4A_mI/s1600/matthew-mcconaughey-golden-globes.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-YUOTvMqdbto/UxJXRRk7zVI/AAAAAAAADI8/moKzvI4A_mI/s1600/matthew-mcconaughey-golden-globes.jpg" height="400" width="640" /></a></div>
<b><span style="color: blue;"><br /></span></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: blue;"><span style="color: #990000; font-size: large;">Erkek Oyuncu</span></span></b></div>
<br />
<b>Matthew McConaughey, </b>bu yılın yatırımını yapmaya daha geçen sene başlamıştı zaten. Geçtiğimiz yıl <b>Magic Mike </b>vb. albenili rolleri üzerinden bolca tartışıldı ve daha o zamandan aldığı destekle <b>Dallas Buyers Club</b>'la iyi bir şeyler yapabileceğini de tahmin ediyorduk. Tahminlerimiz yanlış çıkmadı ve ödül sezonunu büyük bir çoğunlukla sırtlamayı becerdi. Ne var ki, internette anlamsız bulduğum bir <b>Leonardo DiCaprio </b>kampanyasıyla sanki Leo 'overdue'ymuş gibi bir izlenim uyandırılıyor. (4 adaylık overdue için bana hiç yeterli değil şahsen bi 6'lasın 7'lesin öyle :) ) Ancak genel havaya baktığınızda <b>DBC, WOWS</b>'den çok daha fazla ortak beğeni toplamış durumda. Leo ne kadar takdir edilen bir oyuncu olursa olsun filmden nefret eden azımsanmayacak bir kitlenin içinde Akademi'nin özellikle yaşlı üyelerinin olduğunu tahmin etmek zor değil. Ben filme öyle mesafeli olmasam da Leo konusunda tatmin olmadığımı da ekleyeyim. Filme baktığınızda <b>Jonah Hill </b>veya<b> Rob Reiner </b>gibi komedyenlik yapmış isimlerin esnekliğinin yanında Leo'nun her daim kanırta kanırta kendini paralamasını sıkıcı bir overacting olarak niteleyebilirim. Zaten iyice nevrotik karakterler üzerine gitmeye başlamış olması son derece sıkıcı ama burada artık iyice zorluyor gibi geldi bana. Diğer isimlere bakınca <b>Chiwetel Ejiofor</b>'un <b>12 Years a Slave</b>'in galibiyetini daha meşru kılmak adına oyları toplayıp sürpriz yapma ihtimali her zaman var. Zaten şu Leo kampanyası olmasaydı alternatife de onu yazardım. <b>Christian Bale </b>ve <b>Bruce Dern</b>'e de koltuklarıyla barışık bir gece diliyoruz. (İkisini de beğendiğimi not olarak düşeyim)<br />
<b><i><br /></i></b>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Matthew McConaughey, Dallas Buyers Club</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Leonardo DiCaprio, The Wolf of Wall Street</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: </i></b><b><i><span style="color: blue;">Matthew McConaughey, Dallas Buyers Club</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Oscar Isaac, Inside Llewyn Davis</span></i></b><br />
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-doA9WBAqr5g/UxJYDS7EA1I/AAAAAAAADJI/KkbrcZGbZ7U/s1600/12-Years-A-Slave-014.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-doA9WBAqr5g/UxJYDS7EA1I/AAAAAAAADJI/KkbrcZGbZ7U/s1600/12-Years-A-Slave-014.jpg" height="384" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #990000; font-size: large;">Uyarlama Senaryo</span></b></div>
<br />
Geçelim senaryolara.. <b>12 Years a Slave </b>açık ara favori gibi gözüküyor. Ancak Harvey Weinstein, <b>Philomena</b>'nın tartışmalı öyküsü konusunda çok iyi bir kampanya yürütüyor. Ne yalan söyleyeyim <b>Steve Coogan</b>'ın bu uyarlamada düzgün bir iş çıkardığını da düşünüyorum ben. Elbette gönül <b>Ethan Hawke, Julie Delpy </b>ve <b>Richard Linklater'</b>in üç filmlik ortaklığının bir şekilde onore edildiğini görmek ister. Diğer adaylara bakacak olursak <b>Captain Phillips</b>'in elbette bir şansı yok. Ancak Billy Ray'in bu prosedürel aksiyonda çıkardığı sade ve olması gerektiği yerlerde bam diye vuran işini takdir ettiğimi belirtmek isterim. Bir diğer koltukta ise <b>The Wolf of Wall Street'</b>le en sevdiğim TV yazar/yapımcılarından <b>Terrence Winter </b>var. Ancak genel dramatik yapı açısından hiçbir etkileyici olmayan ve çoğunlukla diyaloglarla yürüyen bir filmin neredeyse tamamının doğaçlama yapılmış olması sebebiyle kendisinin bu ilk Oscar adaylığı beni pek memnun etmedi açıkçası.<br />
<br />
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">12 Years a Slave</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Philomena</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: <span style="color: blue;">Before Sunset</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Short Term 12</span></i></b><br />
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-XTuaGM13hOQ/UxJYJtLIDKI/AAAAAAAADJQ/yLt2V27mwjM/s1600/american-hustle.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-XTuaGM13hOQ/UxJYJtLIDKI/AAAAAAAADJQ/yLt2V27mwjM/s1600/american-hustle.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><b><span style="color: #990000; font-size: large;">Orijinal Senaryo</span></b></b></div>
<br />
Geçelim gecenin en heyecanlı kategorilerinden birine... <b>WGA</b>'i de kapan <b>Spike Jonze</b> mu? Yoksa Son üç filmdir Akademi'nin hayranlık duyduğu açıkça belli olan <b>David O. Russell </b>mı? Oscar'ın en başından beri senaryo ödülleri; daha büyük ödüllerin verilemeyeceği filmleriyle senaryo alan senarist/yönetmenlerle dolu. <b>Orson Welles</b>'le başlayın, 90'larda <b>Tarantino</b>, <b>Jane Campion</b> ve <b>Curtis Hanson</b>'a gidin 2000'lerde <b>Pedro Almodovar, Sofia Coppola </b>ya da <b>Cameron Crowe</b>'u düşünün. Hem Jonze hem Russell aynı kategoriye çok rahat sokulabilir. Ancak bana sanki ön ödüller ne derse desin gülen taraf <b>American Hustle </b>cephesi olacak gibi gözüküyor. (Bence haketmiyor, o ayrı) <b>Blue Jasmine</b>'in bu sene bir şansı yoktu zaten ama Woody tartışmalarından sonra henüz dumanı tüten bir meseleye kimse dahil olmak istemeyecektir zaten. <b>Dallas Buyers Club</b>'ın çok şansı olacağını düşünmüyorum. O yeterince ödül alacak zaten boyuna göre. Ancak burada sürpriz yaparsa gerçekten sevineceğim tek isim <b>Nebraska'</b>yla ilk senaryosunda feci kıskandırıcı samimiyette bir iş çıkaran <b>Bob Nelson </b>olur.<br />
<div>
<br /></div>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">American Hustle</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Her</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: <span style="color: blue;">Nebraska</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Inside Llewyn Davis & Frances Ha</span></i></b><br />
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-qyVjqCTExEs/UxJYlZXInvI/AAAAAAAADJY/dfaciFQF3WQ/s1600/alfonso-cuaron-gravity-sandra-bullock-george-clooney.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-qyVjqCTExEs/UxJYlZXInvI/AAAAAAAADJY/dfaciFQF3WQ/s1600/alfonso-cuaron-gravity-sandra-bullock-george-clooney.jpg" height="480" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #990000; font-size: large;">Yönetmen</span></b></div>
<br />
<b>Alfonso Cuaron'</b>un teknik cambazlığı herkesi etkilemiş duruyor ve sevmeyenler istediği kadar itiraz etsin, adam sonuna kadar hakediyor. Diğerleri üzerine konuşmak bile içimden gelmiyor. Daha önceki işlerini (özellikle <b>Hunger'</b>ı)<b> </b>çok sevdiğim <b>Steve McQueen</b>'le ilgili 'bu adam da yumuşadı' 'Hollywood'un kölesi oldu' gibi yorumları ciddiye almıyorum şahsen. Bu film Hollywood kölesi bir yönetmenin elinde çok başka bir şeye dönüşürdü. Evet, McQueen'in önceki işleri kadar sert bir çalışma yok karşımızda ancak anaakım bir kitle için yine de hala içinde auteur izleri barındıran, zaman zaman çok garip ve hatta solak anlatımlara kayan bir işten bahsediyoruz. Ancak genele baktığımızda - kendi adıma konuşuyorum - tam anlamıyla vurucu bir deneyim de yaşatmadı. Bu konuyla ilgili 'ama hala siyah bir yönetmen Oscar kazanmadaaaa' çıkışları yapanları takmıyorum. Siyah yönetmenlerimiz tartışmasız bir şekilde damgayı vursun bir seneye ona da versinler. Ona bakarsanız ben Meksika'dan gelen Latin bir yönetmenin de Oscar kazandığını hatırlamıyorum. (Geçmişte Oscar alanların kökenini incelemedim tabii ki, 'şunun dedesi Meksika'dan geldi' çıkışlarına gerek yok diye söylüyorum :) ) Neyse... bir yanda da <b>David O. Russell</b>'ımız, <b>Alecander Payne</b>'imiz ve <b>Martin Scorsese'</b>miz var. Marty'yi atın. Sanırım Russell, gecenin tesellisini Payne'in <b>Sideways</b>'de olduğu gibi senaryo kategorisinde bulacak. Cuaron'u üzmeyelim.. adam kaç yıl uğraşmış alıversin ödülünü<br />
<div>
<br /></div>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Alfonso Cuaron, Gravity</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Steve McQueen, 12 Years a Slave</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: </i></b><b><i><span style="color: blue;">Alfonso Cuaron, Gravity</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Joel & Ethan Coen, Inside Llewyn Davis</span></i></b><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-Hfysm0_m5xk/UxJZoEhV05I/AAAAAAAADJs/6HnezjPcvCI/s1600/oscar-envelopes.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-Hfysm0_m5xk/UxJZoEhV05I/AAAAAAAADJs/6HnezjPcvCI/s1600/oscar-envelopes.jpg" height="364" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #990000; font-size: large;">Film</span></b></div>
<br />
Gelelim dananın kuyruğunun kopma anına... Bu yıl yarışta iddialı olan üç filmin de hala şansı olduğunu düşünüyorum. Son kertede baktığımızda <b>Gravity, </b><b>12 Years a Slave </b>ve <b>American Hustle </b>arasında net bir karar verebilmem imkansız. <b>Gravity</b>'nin en fazla yönetmene yükselebilen teknik ödülleri; <b>12 Years a Slave</b>'in başka hiçbir şeye dokunamadan aldığı tonlarca 'en iyi film' ödülleri diğer yandan oyunculardan büyük destek gören <b>American Hustle </b>ve özellikle <b>WGA </b>tarafından ödüllendirilmemesi gibi çok önemli bir durum var. Açık arayla bir kazananla karşılaşmayacağımız çok aşikar. Sektör ve eleştirmen ödüllerinin bölük pörçük dağılması; hele hele <b>PGA</b>'in iki film arasında kararsız kalması gibi faktörler bildiğimiz her şeyi unutturan bir ödül sezonu yaşattı bize. Sonunda da elimizde sadece içgüdüler kalıyor. Bu yıl aslında bildiğiniz kahinlik yapıyor gibiyiz. Çünkü her şey matematiksel kazalarla ortaya çıkacak. Bunun sonucu iyi de olabilir felaket de. Ben hala <b>Gravity</b>'nin oy pusulalarının ilk sırasıyla son sırası arasında değişkenlik göstereceğini bu sebeple de ödülü kaçıracağını düşünüyorum. <b>12 Years a Slave </b>sosyal sorumluluk meselesiyle, <b>American Hustle </b>da guilty pleasure olmanın verdiği hafiflikle üst sıralarda yer alacaktır. PwC ekibinde olup sayımları görmek için nelerimi vermezdim... :) Şimdilik aşağıdaki gibi bir tahmin dökümü yapayım... ama daha önce de yazdığım gibi bu yıl çok az sürpriz beni şaşırtacak.<br />
<div>
<br /></div>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">12 Years a Slave</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Gravity</span></i></b><br />
<b><i>Kişisel Favorim: <span style="color: blue;">Her</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Inside Llewyn Davis</span></i></b><br />
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-54652134904389505462014-02-28T21:45:00.000+02:002014-02-28T21:45:16.363+02:002014 Oscar Tahminleri: Vol.2<div>
<div style="text-align: center;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/---FUAptNx8w/Uw-XfKaXrbI/AAAAAAAADHU/JXWfhnQXwhY/s1600/oscar-prep.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/---FUAptNx8w/Uw-XfKaXrbI/AAAAAAAADHU/JXWfhnQXwhY/s1600/oscar-prep.jpg" height="436" width="640" /></span></a></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;">Oscar tahminlerimize teknik kategorilerle devam edelim. Burada ağırlıklı bir <b>Gravity </b>fırtınası bekliyoruz haliyle. Ancak bir önceki yazıda da söylediğim gibi beni bu sene çok az sürpriz şaşırtabilir. Herkes <b>Gravity </b>ve <b>12 Years a Slave </b>üzerine yüklense bile ben <b>American Hustle</b>'ın hala tepelerinde olduğunu düşünüyorum. Bunları Tahminler Vol.3'de ana kategorileri konuşurken daha detaylı geçeriz.<b> </b>Sonuçta bence en iyi film için hala üç başlı bir yarış var. Hadi bunu ikiye indirsek bile 50/50'lik bir kapışma söz konusu. Haliyle ortalama bir Akademi üyesinin en iyi filmde oy vereceği filmi pohpohlamak adına çeşitli kategorilerde o filme destek çıkmak istemesi gayet anlaşılır bir tercih olacaktır. Dahası bu yılki iddialı filmlerin hemen hemen hepsi oldukça güçlü ve takdir toplayan filmler. Dolayısıyla ödül paylaştırma psikolojisinde darmadağın oy pusulalarıyla da karşılaşmış olabilir PwC yetkilileri... Neyse ben yine no guts no glory olayına girmeyeceğim sanırım... </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-oxtSDT_NPaQ/Uw-b2YeLAPI/AAAAAAAADHg/AUB-qE0_hZw/s1600/gravity-cinematography.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-oxtSDT_NPaQ/Uw-b2YeLAPI/AAAAAAAADHg/AUB-qE0_hZw/s1600/gravity-cinematography.png" height="264" width="640" /></span></a></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="color: #990000;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b><u>Görüntü Yönetmenliği</u></b></span></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Görüntü yönetmenliğinde de zaten NGNG'ye gerek yok sanırım. </span><b style="font-family: inherit;">Emanuel Lubezki</b><span style="font-family: inherit;"> konusunda hiçbir sürpriz beklemiyoruz. İşte burada bir yamuk olursa çok şaşırırım. Yalnız bu kategoride bir süredir karşımıza çıkan ayrı bir çarpıklığa da dikkat çekmek isterim. </span><b style="font-family: inherit;">Avatar'</b><span style="font-family: inherit;">dan bu yana bu kategoriyi hep o yılın en iyi film adayı olan en görkemli filmi alıyor. Ve </span><b style="font-family: inherit;">Inception </b><span style="font-family: inherit;">istisnasını saymazsak </span><b style="font-family: inherit;">Avatar</b><span style="font-family: inherit;">'dan beri bu kategori hep 3D filmlere gidiyor. Bu konuda mızmızlananları çok iyi anlıyorum ve son yıllarda bu ödülü kazananlardan ben de çok memnun olmadığımı belirtmek istiyorum. Ama Lubezki, bu grup içinde değil bence. Evet kötü bir trend söz konusu ama adamın hakkını da yiyemem... Teknik olanaklar her zaman işi kolaylaştırmaz. Burada çok kapsamlı, detaylı ve bir o kadar da zor bir işçilik var. Yalnız şunu da belirtmeden edemeyeceğim, bu kategorideki her çalışmayı çok seviyorum. </span><b style="font-family: inherit;">Prisoners</b><span style="font-family: inherit;">'ın tek numarası buydu ve neyse ki aday oldu. (Ve Roger Deakins'in bu sene de Oscar'ı olmayacak) Onun dışında </span><b style="font-family: inherit;">The Grandmaster </b><span style="font-family: inherit;">sürprizi, </span><b style="font-family: inherit;">Nebraska</b><span style="font-family: inherit;">'nın ve </span><b style="font-family: inherit;">Inside Llewyn Davis</b><span style="font-family: inherit;">'in burada kendini göstermesinden çok memnunum. Bu kategoride 'kazanabilir' seçeneğini adetten dolduruyorum. Oradaki mantığım da tamamen Llewyn Davis seven Akademi üyelerinin tepkilerini gösterme ihtimali... dediğim gibi imkansız.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></i></b></span></div>
<div style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-variant: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; orphans: auto; text-align: start; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;">
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal; margin: 0px;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">Inside Llewyn Davis</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal; margin: 0px;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Gravity</span></b></span></i></div>
<div style="font-style: normal; font-weight: normal; margin: 0px;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Spring Breakers</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal; margin: 0px;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Kurgu</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Kurguda da yine büyük bir <b>Gravity </b>tahmin furyası var. Ve bu durum da çok olası. Ancak ne hikmetse Akademi bu kategoride genelde blockbuster mantığından uzak duruyor, özellikle de son yıllarda. Bu arada 'kurgu adayı olmayan en iyi filmi alamaz' kuralı genelde yanlış yorumlanıp 'bu kategoriyi alırsa en iyi filmi alır' gibi yorumlanabiliyor bazen. Böyle bir şey elbette yok. Hatta son yıllara baktığımızda sıklıkla yaşanan bir durum bile değil bu. Son 14 yıla baktığınızda 7 sene en iyi film/kurgu eşleşmesine sahip falan filan... Ama ben bu yıl eğer <b>Gravity </b>dışında biri bu kategoriyi götürürse bunun en iyi film için bir gösterge olabileceğini düşünüyorum. Elbette <b>12 Years a Slave</b> veya <b>American Hustle'</b>dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Yani <b>Captain Phillips </b>kazanırsa böyle bir gösterge olmayacak tabii ki, ya da <b>Dallas Buyers Club</b> (ki onun şansı olacağını sanmıyorum.) O zaman ödülleri paylaştırma mantığında ilerleyeceğiz :) 12YAS ve AH kısmına geri dönecek olursak... Bu iki film en iyi filmde iddialı olmalarına karşın alabilecekleri yan Oscarlar çok sınırlı ve kurgu kategorisi bu filmlere ek ödül vermek isteyecek bir Akademi üyesinin sarılacağı ilk kategori bence. Özellikle Hustle burada bir sürpriz yapabilir.</span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">American Hustle</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Captain Phillips</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Rush</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-OL0TRZ9OX3U/Uw-fpJNy_BI/AAAAAAAADHs/NwDFMRWUAl0/s1600/great-gatsby-prod-des.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-OL0TRZ9OX3U/Uw-fpJNy_BI/AAAAAAAADHs/NwDFMRWUAl0/s1600/great-gatsby-prod-des.jpg" height="320" width="640" /></span></a></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="color: #990000;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b><u>Sanat Yönetmenliği</u></b></span></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Burada kişisel fikrimi sorsanız gösteriş yerine yaratıcılık derim ve <b>Her</b>'ü tercih ederim. Ancak <b>The Great Gatsby </b>çok ayrıntılı ve - her Luhrmann projesinde olduğu gibi - deli işi tasarımlarıyla oy verenlere de cazip gelecektir diye düşünüyoruz hepimiz. Ancak daha önce de söylediğim gibi bu sene o kadar çok sevilen film varken yılın en vasat filmlerinden birindeki işçiliğe oy vermek isterler mi gibi bir sorunsal da mevcut. Yani en iyi film adayı <b>Her, American Hustle </b>ve <b>12 Years a Slave </b>- ki hepsi farklı kitlelere sesleniyor - burada Gatsby'nin garanti görülen Oscar'ını kapabilir. Özellikle sanki bir dönümlük arazide bir haftada çekilmiş gibi duran <b>12 Years a Slave </b>bana çok gereksiz bir adaylık gibi gözüküyor ama sanki burada şansı olabilir. Yine de ikinci alternatif konusunda şansımı <b>American Hustle'</b>dan yana kullanasım var. <b>Gravity'</b>deki işi de çok takdir ediyorum ancak eski kafalı Akademi'nin buna kafasının basacağını sanmıyorum. Ha eğer <b>Gravity </b>burada da malı götürürse bilin ki artık durdurulamaz. </span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">The Great Gatsby</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">American Hustle</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Her</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">The Grandmaster</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Kostüm</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;">İşte <b>American Hustle</b>'ın gönül rahatlığıyla alacağı bir kategori... mi acaba? Açıkçası burada da <b>The Great Gatsby </b>cephesindeyim ben. Baz Luhrmann'ın alamet-i farikası olan <b>Catherine Martin </b>en son Moulin Rouge'la hem kostümü hem de sanat yönetmenliğini kazanmıştı. Ama Gatsby gibi zayıf bir filmle aynı başarıyı gösterip ikisini birden alması mümkün mü? Adaylardan <b>The Invisible Woman</b>'ı izlemedim. Ancak muhtemelen çoğu akademi üyesi de izlememiştir ve benim gibi resimlere bakarak yetinecektir. Korse korse nereye kadar, değil mi? <b>12 Years a Slave</b>'in bence bir numarası olmayan kostümlerinin yanında <b>The Grandmaster</b>'daki acayip işçilik de burada yarışta. Ama yarış her ne kadar tam bir defile şeklinde ilerleyen <b>American Hustle </b>ve <b>The Great Gatsby </b>arasında gibi gözükse de <b>CDG</b>'yi kapan <b>12 Years a Slave </b>en iyi film yarışı gazıyla burayır götürür bence. Umarım yanılırım. </span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">12 Years a Slave</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: </span></i></b><b><i><span style="font-family: inherit;"><span style="color: blue;">American Hustle</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">The Great Gatsby</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">The Great Beauty (La Grande Bellezza)</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; color: black; font-style: normal; font-weight: normal; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-MOapg5xfun4/Uw-oQU8Y6zI/AAAAAAAADH8/QIOMg5RnBBw/s1600/makeup-dallasbuyersclub.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-MOapg5xfun4/Uw-oQU8Y6zI/AAAAAAAADH8/QIOMg5RnBBw/s1600/makeup-dallasbuyersclub.jpg" height="426" width="640" /></span></a></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Makyaj ve Saç</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;"><b>Bad Grandpa</b>'nın sürpriz adaylığını - film her ne kadar rezalet olsa da - sonuna kadar destekliyorum. Ancak bu kategoride benim favorilerim genelde gösterişsiz, plastik makyajsız işler olur. Neyse ki kişisel favorim <b>Dallas Buyers Club </b>yüksek ihtimalle burada ödülü alacak. (Şaka gibi film 3 Oscar'la geceyi bitirebilir) <b>The Lone Ranger</b>'ın ise büyük kısmından memnun olsam da özellikle yaşlılık makyajının korkunç yapıldığını düşünüyorum ve umarım kötü bir sürpriz yapmaz diyorum.</span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">Dallas Buyers Club</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">Bad Grandpa</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<span style="font-family: inherit;"><i><b>Kişisel Favorim: </b></i><b><i><span style="color: blue;">Dallas Buyers Club</span></i></b></span></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">The Hunger Games: Catching Fire</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Görsel Efekt</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Konuşmaya lüzum var mı? Bu tip çığır açan efekt çalışması bir de filmin çok sevilmesiyle ödülü mühürler... vaktimizi harcamayalım boşuna.. kazanabilir kısmına bir şey yazmam sadece adetten.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><b><i><br /></i></b></span>
<span style="font-family: inherit;">
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></i></b></span></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">Iron Man 3</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Gravity</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Pacific Rim</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; color: black; font-style: normal; font-weight: normal; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-7swaBinHOJg/Uw-qkr4omBI/AAAAAAAADII/AKh6YJH7pFE/s1600/gravity_still_a_l.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-7swaBinHOJg/Uw-qkr4omBI/AAAAAAAADII/AKh6YJH7pFE/s1600/gravity_still_a_l.jpg" height="360" width="640" /></span></a></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Ses Kurgusu</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;">İşte Akademi'nin en tembelce yaklaştığı kategoriler... büyük, görkemli bir filmimiz varsa yapıştır ses ödüllerini... <b>Gravity</b>, elbette en görkemlisi - ve belli noktalarda belki de en gürültülüsü - ancak diğer tüm adayların bu konudaki ince işçilikleri beni daha çok etkiledi. <b>Captain Phillips</b>'in asıl kendini gösterdiği alan belki de miksajdaydı ama <b>All is Lost</b>'un tamamen okyanus ortası 'sessizliği'nde yakaladığı detaylar; <b>Lone Survivor</b>'daki çatışma sahnelerindeki ayrıntılar, <b>The Hobbit: Desolation of Smaug</b>'un özellikle final bloğundaki efektler beni çok daha fazla etkiledi açıkçası. Bir de yani paylaşım ruhumuz nerede?</span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">Captain Phillips</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">All is Lost</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Rush</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal;">
<div style="font-weight: normal; text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-family: inherit; font-size: large;"><b><u>Ses Miksajı</u></b></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Özellikle son kısımdaki müzik dengesi abarmasa <b>Gravity'</b>nin miksajına daha fazla fit olabilirdim sanırım. Miksajda müziği yedirme için bkz. <b>Captain Phillips. </b>Yalnız şöyle bir durum var. Görüntü yönetmenliği'nde bahsettiğim ve gerçekleşmesi imkansız senaryo burada vuku bulabilir. <b>Inside Llewyn Davis</b>'in adaylık sayısı fazlasıyla tepki gördü ve eğer Akademi içinde de bundan rahatsız olan hatrı sayılır bir kesim varsa burada Llewyn Davis sürprizi de yapabilirler. Zaten müzikal bir şeyler olsun, ses miksajı ödülü vermezlerse rahat uyuyamıyor bu vatandaşlar. Ama bu sadece düşük bir olasılık sanırım.</span><br />
<div style="font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;"><br /></span></i></b>
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></span></i></b></div>
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
</div>
<div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Kazanabilir: <span style="color: blue;">Inside Llewyn Davis</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<i><span style="font-family: inherit;"><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Lone Survivor</span></b></span></i></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="font-family: inherit;">Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">The Great Gatsby</span></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<div style="color: black; font-style: normal; font-weight: normal;">
<b><i><span style="color: blue; font-family: inherit;"><br /></span></i></b></div>
<span style="font-family: inherit;">coming soon.. ana kategoriler</span></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-3022224717064134732014-02-27T21:11:00.002+02:002014-02-27T23:31:42.242+02:002014 Oscar Tahminleri: Vol.1<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-lgsyC2H3Vfw/Uw8RYX99dbI/AAAAAAAADGY/xxUmOmx9q6k/s1600/oscar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-lgsyC2H3Vfw/Uw8RYX99dbI/AAAAAAAADGY/xxUmOmx9q6k/s1600/oscar.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<br />
Uzun bir süredir tahmin meselelerine blogda bulaşmamıştım. (Hatta bloga fazla bulaşmadım demek daha doğru olur) Ama son zamanlarda gördüğümüz en çekişmeli yarışların şerefine burada 1-2 yorum da yazmak ve tahminleri sıralamak farz oldu.<br />
<br />
Her sene yılın bu zamanları çoğu kategoride çok belirgin tahminleri sıralayabiliyor oluruz ancak bu yıl kesin olarak bekle<span style="font-family: inherit;">diğim bir şey varsa o da 'sürprizler'... Elbette Cate Blanchett'ten Emmanuel Lubezki'ye kadar almazsa çok şaşıracağımız bazı banko kategoriler bu yıl da mevcut. Ancak kendi adıma söyleyebilirim ki, çoğu kategoride aklımın ucundan bile geçmeyen kazananlar karşısında herhalde hiç şaşırmayacağım bir Oscar töreni izleyeceğiz bu Pazar... Üç kısımlık tahmin yazılarımda kahinlik yapmaya çalışmanın ötesinde biraz da tören boyunca karşılaşabileceğimiz birkaç farklı senaryo üzerine de yoğunlaşmayı dü</span>şünüyorum.<br />
<br />
Bu ilk kısımda özel ödüller olarak tabir ettiğim ve çoğunlukla en iyi film yarışını etkilemeyen kategoriler üzerinde yoğunlaşacağım. Hadi başlayalım...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-NLMQFq78L8A/Uw8R0IqvzkI/AAAAAAAADGg/7LUP212kvVM/s1600/the-hunt2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-NLMQFq78L8A/Uw8R0IqvzkI/AAAAAAAADGg/7LUP212kvVM/s1600/the-hunt2.jpg" height="418" width="640" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="background-color: white; color: #990000; font-size: large;"><u>Yabancı Dilde En İyi Film</u></span></b></div>
Her daim en tartışmalı kategorilerden birisi ama şüphesiz bu yıl yeni bir uygulamayla çok daha fazla üzerinde düşündürür oldu. Bu yıl kazananları belirlemek için bir komite oluşturulmadı ve tüm Akademi üyelerinden bu kategoride oy kullanmaları istendi. Elbette screenerlar herkese yollandı. Ancak daha önceki yarışların aksine bu yıl oy veren herkesin beş filmin tamamını da izlediğini garanti edemiyoruz. Bu durum yarışa dair dengeleri de ister istemez değiştiriyor. Pek çok yerde 'hepsini izlemeyenler genelde oy vermeden bu kategoriyi geçiyor' lafları duyuyoruz. Ama bunun bir garantisi yok. Dahası oturup başından sonuna kadar izlemediği filmlerin yanında bir Akademi üyesinin gerçekten bayıldığı bir işle karşılaşıp da ona oy vermemezlik edeceğini pek tahmin etmiyorum.<br />
<br />
Bu bağlamda baktığımızda Hollywood'da çok tanıdık bir ülke sineması Danimarka, çok tanıdık bir yönetmen Thomas Vinterberg ve artık neredeyse sektörün içinde olan yabancı bir oyuncu Mads Mikkelsen, <b>The Hunt</b>'ı avantajlı bir konuma taşıyor. Ama filmi avantajlı kılan tek unsur bilinirlik/tanınırlık değil elbette. Muhtemelen her Akademi üyesinin rahatça izleyeceği, çok kolay etkilenebileceği damar bir filmle karşı karşıyayız. (direkt etkisi olur demiyorum ama Woody Allen tartışmalarıyla da öyküsel bazda eşleşmesi belirli bir empati sağlamış olabilir) Şahsen <b>The Hunt</b>'ta beni rahatsız eden 'etkilemek adına seyirciye fazla yüklenme' meselesine Akademi üyelerinin bayılacağını da düşünüyorum.<br />
<br />
Diğer yanda ise çok çok başka bir sinema yine bu ödülde çok çok iddialı. <b>Paolo Sorrentino</b>'nun hayran bırakan <b>'The Great Beauty'</b>si<b> </b>çok verimli bir ödül sezonu geçirdi. Sorrentino da Hollywood'la tanışıklığı olan bir yönetmen. Dahası günümüzde çok da parlak bir durumda olmayan İtalyan sinemasının altın dönemini hatırlatan, ister istemez akla müthiş Fellini'yi getiren bir anlatıma sahip. Ancak muhafazakar Akademi üyeleri için de fazla yabancılaştırıcı olmak gibi bir dezavantajı var. Yine de insanlarda sevmese bile takdir etme ve ödül sezonundaki popülerliği sayesinde cazip bir seçenek olabilir.<br />
<br />
<b>Rithy Panh</b>'ın <b>The Missing Picture </b>bu kategoride izleyemediğim tek film. Ama her halinden Akademi üyeleri için fazla artsy-fartsy olduğunu söylemek mümkün. Filistin adına yarışan - ve benim de oldukça sevdiğim - <b>Omar </b>ise klasik bir anlatı peşinde etkileyici bir öykü arayanların derdine deva olacaktır. Ancak politik sebeplerle yeterli destek bulabilir mi emin değilim. Tam bir joker olduğunu düşündüğüm <b>The Broken Circle Breakdown'</b>ın ise belirli bir kitleyi cezbedeceğini düşünüyorum. Filmin düşkünü olduğumu söyleyeyemem ancak ele aldığı meseleler çekici geleceği gibi filmde baskın bir şekilde yer alan Bluegrass müziğin de filme oy verecek olanlarda bir etkisi olacaktır. Ama bu sürpriz - imkansız olmasa da - biraz fazla olur diye düşünüyorum.<br />
<br />
<b><i>Kazanır: </i><span style="color: blue;"><i>The Hunt (Jagten)</i></span></b><span style="color: blue;"><i> </i></span><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">The Great Beauty (La Grande Bellezza) </span></i></b><br />
<i><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">The Great Beauty (La Grande Bellezza) </span></b></i><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: </i></b><span style="color: blue; font-weight: bold;"><i>Child's Pose (Pozitia Copulului)</i> </span><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-Wp0-jRdpmnA/Uw8ScxUA9aI/AAAAAAAADGo/OcuA1bIZBvM/s1600/act-of-killing-oscar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-Wp0-jRdpmnA/Uw8ScxUA9aI/AAAAAAAADGo/OcuA1bIZBvM/s1600/act-of-killing-oscar.jpg" height="382" width="640" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b><u>Belgesel</u></b></span></div>
Yine zor bir kategori... Pek çoğumuz için <b>The Act of Killing </b>en bariz seçenek gibi gözüküyor. Bu kategoride genelde çok sürpriz olmaz çünkü en popüler ve en çok ödüle sahip olan belgesel açık ara favori olur. Ancak <b>The Act of Killing </b>son derece önemli bir tarihi çarpıklığa parmak basmasına rağmen oldukça zorlayıcı bir malzemeye sahip. Dahası klasik anlatım açısından baktığımızda da elde ettiği görüntülerin hepsini paylaşmak adına kendini tekrar eden bir dramatik yapısı var. Bu konuda çok cesur davranmayıp <b>Joshua Oppenheimer</b>'ın çabasının takdir edileceğine dair bir tahminde bulunacağım haliyle. Ancak iki olağan şüphelinin kazanması da şaşırtıcı olmayacaktır. <b>The Square</b> de şu anda en az <b>The Act of Killing </b>kadar popüler, üstelik çok daha yakın tarihli bir konu üzerine... Şahsi fikrim 3 yıl önce izlediğimiz <b>Tahrir 2011 </b>veya <b>No More Fear </b>gibi belgesellerin yaptıklarına çok bir şey katmıyor. Ancak sonuçta onların hiçbiri bu kadar çok seyirciye de ulaşmamıştı. Neyse bundan bağımsız olarak bakarsak son derece dinamik ritmiyle <b>The Square'</b>in ciddi bir sürpriz yapma olasılığı da var.<br />
<br />
Ancak asıl tehdit çok daha hafifmeşrep bir yerden gelebilir. <b>20 Feet from Stardom, </b>ABD'de yine çok popüler olmuş bir belgesel ve şüphesiz ki bunlar içerisinde en kolay izlenen iş. Ama onca ciddi dert arasında bir grup vokalistin macerası - beraberinde ırkçılık gibi meselelere az dokunduruşları olsa da - ne kadar cezbedici olur bilemiyorum. Yine de yarışın bu üçü arasında olduğunu söyleyebilirim. <b>The Act of Killing'</b>le beraber yarıştaki diğer favori filmim olan <b>Cutie and the Boxer</b>'ın şansı olduğunu düşünmüyorum. Ancak benim gözümde çok daha derli toplu anlatımı, yaratıcı dokunuşlarıyla Killing'den bir adım önde olduğunu söyleyebilirim. Hiçbir şansı yok tabii. <b>Dirty Wars </b>ise özellikle içeriği sebebiyle tehdit yaratabilecek bir iş. Ancak anlatım tarzı - her ne kadar teknik anlamda çok iyi olsa da - bir TV belgeselinden hallice. <br />
<br />
<b><i>Kazanır: </i><span style="color: blue;"><i>The Act of Killing</i></span></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">20 Feet from Stardom</span></i></b><br />
<i><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Cutie and the Boxer</span></b></i><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">Stories We Tell</span></i></b><br />
<div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-5JHH94bB9r0/Uw8ed1shbBI/AAAAAAAADG4/SgWAjtQEofk/s1600/frozen-oscar-animated.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-5JHH94bB9r0/Uw8ed1shbBI/AAAAAAAADG4/SgWAjtQEofk/s1600/frozen-oscar-animated.jpg" height="268" width="640" /></a></div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><b style="color: #990000; font-size: x-large;">Animasyon</b></span></div>
<br />
Burada fazla lafa gerek yok. <b>Frozen, </b>çok sevildi, çok popüler ve bana sorarsanız bu ilgiyi de hakeden düzgün bir animasyon. Daha iyileri var mı? Elbette bu beşli içinde <b>Ernest et Celestine </b>benim açık ara favorim. Bazı ufak pürüzleri olsa da Miyazaki'nin son numarası <b>The Wind Rises</b>'ı da tercih ederim. Burada sürpriz beklemek zor. Ancak ille birisi sürpriz yapacaksa bu Miyazaki usta olacaktır. Bununla beraber <b>The Croods</b>'u da aslında pek yabana atmamak gerek. Ama onun etkilediği kitlenin ilk tercihi yine Disney olacaktır. Buradaki filmlerin genelde beni memnun ettiğini ama öyle eski Pixar numaraları gibi bir hayranlık beslemediğimi de not edeyim. (Ve evet <b>Monsters University </b>bence adaylık haketmiyordu zaten. )<br />
<br /></div>
<div>
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Frozen</span></i></b><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">The Wind Rises </span></i></b><br />
<i><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Ernest & Celestine</span></b></i><br />
<b style="font-style: italic;">Aday Olmalıydı: </b><b style="color: blue; font-style: italic;">--- </b><i>(başvuran 19 filmin hepsini izlemedim ama izlediklerim içinde bunları geçen yok)</i></div>
<div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b>Orijinal Müzik</b></span></div>
Sıra geldi çok umrumda olan(!) iki kategoriye... Müzikler... <b>Gravity</b>'nin ana temasını biraz klişe de olsa fena bulmadığımı asöyleyebilirim. O yüzden <b>Steven Price</b>'a gidecek bir ödüle de karşı çıkmam. <b>John Williams </b>bu sene sadece adaylık sayısında kendi rekorunu egale etmekle yetinecek belli ki. Zira <b>The Book Thief</b>'in kimsenin umrunda olduğunu sanmıyorum. İşin kötü yanı <b>Alexandre Desplat </b>ve <b>Thomas Newman </b>gibi hala Oscar kazanamamış müzisyenler yine adaylıkta kalacak gibi gözüküyor. Açıkçası Newman, <b>Saving Mr. Banks</b>'teki ultra vasat çalışmasıyla zaten bir şey haketmiyor, ancak kendi adıma Desplat'nın <b>Philomena</b>'da çıkardığı temayı sevdim ben. <b>Her </b>klasik anlamda insanları çok tatmin etmeyebilir ancak eğer birisi sürpriz yaparsa en iyi film adaylıklarının da verdikleri gazla ya <b>Philomena </b>ya da <b>Her</b>'ün adını duyarız en fazla.<br />
<br />
<b><i>Kazanır: <span style="color: blue;">Gravity</span></i></b></div>
<div>
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Philomena</span></i></b><br />
<i><b>Kişisel Favorim: </b><b><span style="color: blue;">Philomena</span></b></i><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">All is Lost</span></i></b></div>
<div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="color: #990000; font-size: large;"><b>Orijinal Şarkı</b></span></div>
Bu kategori bence kalksın artık, diyerek başlayayım... <b>Frozen</b>'ın ultra popüler şarkısı <b>Let It Go, </b>yarışta açık ara favori gözükürken... Mandela'ya saygı ve U2'ya bir Oscar verme motivasyonuyla <b>Ordinary Love </b>da gecenin sosyal mesajını vermek için ideal olabilir. Eğer Akademi üyeleri çocuk olmadıklarını hatırlar ve ona göre doğru düzgün bir şarkı seçmek isterlerse <b>Moon Song </b>veya <b>Happy</b>'yi de tercih edebilirler... peki bunlar kimin umrunda? <b> </b> </div>
<div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div>
<b><i>Kazanır: </i><span style="color: blue;"><i>Frozen, Let It Go</i></span></b><span style="color: blue;"><i> </i></span><br />
<b><i>Kazanabilir: <span style="color: blue;">Despicable Me 2, Happy </span></i></b><br />
<i><b>Kişisel Favorim: </b></i><b><i><span style="color: blue;">Despicable Me 2, Happy</span></i></b><br />
<b><i>Aday Olmalıydı: <span style="color: blue;">who f..ing cares? (music & lyrics by Kemal)</span></i></b></div>
<div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-nXd3FqNmcEE/Uw-K6VZ5nkI/AAAAAAAADHE/URBb03SkZVg/s1600/Mickey+Mouse+Get+a+Horse.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-nXd3FqNmcEE/Uw-K6VZ5nkI/AAAAAAAADHE/URBb03SkZVg/s1600/Mickey+Mouse+Get+a+Horse.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<span style="color: blue; font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<b style="color: #990000; font-size: x-large;">Kısalar</b></div>
</div>
<div>
Kısalarla ilgili ayrıntılı bir şeyler yazmayı çok isterdim ancak neredeyse hiçbirini izleyemedim. Live Action'lardan Fransız filmi <b>'Just Before Losing Everything'</b>i izleme fırsatı buldum ve oldukça beğendiğimi belirtmem gerekiyor. Neredeyse uzun metraj adayların yarısından daha iyi bir filmle karşı karşıyayız. Ancak diğer adayları bilemiyorum tabii ki. Özellikle <b>'The Voorman Problem' </b>bayağı bir popüler gözüküyor.<br />
Animasyon kısalarından izlediğim <b>Room on the Broom </b>ise umarım bir şey kazanmaz. Aynı ekibin geçmiş yıllarda da adaylık alan embesillik abidesi <b>The Gruffalo </b>kadar vasat olmasa da, parlak diyebilmek biraz zor. Burada muhtemelen Disney torpiliyle <b>Get a Horse! </b>alacak diye düşünebiliriz. Belgesel kısaları içinse hiçbir fikrim yok. Onların öykülerini inceleyip bir okumak lazım ama orada da <b>The Lady in Number 6</b>'i tahmin edenler bayağı yüksek.. <b> </b>Görenlerin sözüne güvenelim madem.<br />
<br />
Bundan sonraki yazıda teknik kategoriler ve sonrakinde de ana kategorilerle ilgili tahminlerim geliyor... Ciao</div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-5606904046663720082013-10-10T12:42:00.000+03:002013-10-10T12:42:05.082+03:00filmekimi 2013 vol.2 - Cannes'lı Ekim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-Nhxq1WAshzE/UlZz-Sms5XI/AAAAAAAADCA/hw5gtKCamkM/s1600/only-lovers-left-alive-001.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="452" src="http://2.bp.blogspot.com/-Nhxq1WAshzE/UlZz-Sms5XI/AAAAAAAADCA/hw5gtKCamkM/s640/only-lovers-left-alive-001.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<a href="http://mizansen.blogspot.com/2013/10/filmekimi-2013-vol1-cannesn-arka-bahcesi.html">Bir önceki yazımda</a> filmekimi programındaki Cannes'dan gelen filmlere yer vermiştim.. Elbette programdaki Cannes yolcuları sadece onlardan ibaret değil. Filmekimi'nin son günlerinde izlediğim <b>Only Lovers Left Alive </b>da bu sene Altın Palmiye için yarışan filmler arasındaydı. <b>Jim Jarmusch'</b>un son dönem işlerinden pek hazzetmem. Ancak bununla ilgili çok iyi ve farklı olduğuna dair de yorumlar duymuştum. Bu bakımdan sonuç yine hayal kırıklığı oldu. Bence Jarmusch şu aralar altın dönemini yaşayan vampir mitolojisine değersiz ve son derece boş bir halka eklemekten başka bir şey yapmamış. <b>Only Lovers Left Alive</b>'a baktığınızda ilk gözünüze çarpan şey perdeden taşan karizma oluyor. Başrol oyuncunuz <b>Tilda Swinton </b>olunca haliyle bu konuda çok çaba sarf etmenize de gerek yok. <b>Tom Hiddleston, Mia Wasikowska, Anton Yelchin </b>ve karizmaların babası <b>John Hurt</b>'ü de eklediğinizde kadro zaten size orgazmik bir tablo sunuyor. Ancak poz kesmeler de bir yere kadar. Jarmusch son derece boş ve en kötüsü de bayat bir metin sunuyor bize. Vampir mitolojisinin en vazgeçilmez yan esprileri 'tarihin en önemli adamlarıyla tavla oynadım' ya da 'neler neler yaptım ettim' tavrındaki muhabbetler filmin yarısını gereksiz yere kaplıyor. Anladık, vampirsiniz, önemli roller oynadınız ve şu an hayatınızın bir anlamı yok. 1-2 değil filmin tüm espri anlayışı bunun üzerine gidiyor neredeyse. Hiç görmemiş olsak bir yere kadar ama zaten çok orijinal olmayan bir şeyi bu kadar tekrarlamak haliyle deli gibi bir göz devirme seansını da tetikliyor. Filmin ana karakterleri Adam ve Eve'in (gördüğümüz en yaratıcı isimlendirme) anlamsız tripleri ve poz kesmeleriyle; film, konu yoksunluğunu örtemezken bir de üstüne sürekli günümüz dünyasının sosyo-politik çarpıklığı üzerine temsil vaziyetinde didaktik tespitlerle de ortamı şenlendiriyor. Sadece filmin büyük bir kısmının Detroit'te geçmesi ve eski bir oto fabrikasının kullanımı konusunda filmin başarılı olduğunu düşünüyorum. Ama sonuçta bu filmin karizma katsayısı defilelerdeki mankenler gibi. Sadeliği bile süslü ama içi boş. Bu yıl <b>Altın Palmiye </b>için yarışan <b>Takashi Miike</b>'nin <b>Shield of Straw</b>'u da bence yarışın fos işlerinden birisi. Çok iyi bir fikirle yola çıkmasına rağmen gereksiz uzayan, uzadıkça dağılan, Miike'nin solak tavırlarından nasibini almamış bir iş. Ama hakkını yemeyeyim Miike'nin yaratıcı olmasa da işçiliği çok iyi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-8oGY1TSX3aA/UlZ0RTJm5rI/AAAAAAAADCI/zGA9Dj6wWe8/s1600/3x3D._5-Cinesapiens.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="430" src="http://1.bp.blogspot.com/-8oGY1TSX3aA/UlZ0RTJm5rI/AAAAAAAADCI/zGA9Dj6wWe8/s640/3x3D._5-Cinesapiens.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu yıl Altın Palmiye yarışından uzak Cannes yolcularını da <b>filmekimi'</b>nde izleme fırsatı bulduk. Birisi başka hiçbir yerde, olması gerektiği gibi izleyemeyeceğimiz <b>3x3D</b>'ydi. 3D meselesinde böğürmeyi aştık kusma noktasına geldik ancak işin içinde <b>Greenaway </b>ve <b>Godard </b>gibi isimler olunca ister istemez insan merak ediyor. <b>Peter Greenaway</b>'in <b>Just in Time</b>'ı çok sürprizli bir iş değildi. Bu sene festivalde <b>Goltzius</b>'u izlerken arkadaşlarla aramızda adamın 3D kullanımına ne kadar yatkın bir tarzı olduğunu konuşmuştuk. Tam da üstüne bu pek hoş oldu. Guimaraes'in kanlı ve bol entrikalı tarihini adeta bir müze edasıyla akıcı bir şekilde perdeye aktaran Greenaway, geçmiş çatışmaların üstüne herhangi bir narrative kurmadan kendi kendilerini anlatmalarına izin veriyor. <b>Edgar Pera</b>'nın <b>Cinesapiens</b>'i ise bence bu üçlünün en yaratıcı işiydi. Daha sinemaya odaklı bu kısa filmde, sinema seyircisini genelde odağına alarak oldukça yaratıcı ancak görsel anlamda gözleri şaşılaştırıcı bir iş ortaya koymuş. <b>Godard </b>ise bildiğiniz gibi yine manyak. Son işlerinde olduğu gibi yine kurgu masasında çeşitli arşiv görüntüleri, klipler, seslerle oynayarak toparladığı <b>Three Disasters</b>'la birden fazla izlemelik bir iş çıkarıyor. Ancak bu seçkide olmasını yadırgamadım değil. Zira Greenaway ve Pera üsluplarını 3D teknolojisiyle destekleyerek yeni anlatım biçimleri üzerine kafa yorarken Godard'ın bu konuda herhangi bir çabaya girişmediğini söyleyebiliriz. Yani Three Disasters 2D de olsa anlamından bir şey kaybetmeyecek bir iş. En fazla ismindeki anlam kaybolur, o da ne kadar önemli zaten?<br />
<br />
Cannes'ın dışında tonlarca festivali daha ziyaret etmiş olan ve Arjantin'i Oscar'da temsil edecek <b>Wakolda </b>ise programın düzgünce filmlerinden biriydi. Daha önce <b>XXY</b>'siyle beni oldukça memnun eden ve bize <b>Ines Efron </b>aracılığıyla <a href="http://mizansen.blogspot.com/2011/06/carpk-kadraj-odulleri-2007.html">2007'nin en iyi performanslarından birini </a>armağan eden yönetmen <b>Lucia Pienzo, </b>bu son çalışmasında da yine anormal sağlık problemleri olan bir kızla ilgileniyor bolca. Ancak bu sefer öykünün baş kahramanı olarak tarihin önemli kişiliklerinden Nazi Subayı Josef Mengele'yi seçiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Arjantin'e göçmüş bir grup Alman arasında geçen hikaye olduka stilize bir şekilde peliküle ederken beden, köken, vicdan, pişmanlık ve cesaret üzerine de düşünen bir metne sahip. Oldukça temiz bir işçilik ve akıcı bir öykünün yanında gösteriş yapmayan ancak seyirciyi ikna eden sağlam performanslar da filmin artısı.<br />
<br />
Bu yılın Oscar yolcularından Filistin yapımı <b>Omar </b>ise <b>Hany Abu Saad</b>'ın önceki işleri gibi gayet düzgün, duygusal ve hassas bir seyirlik sunuyor bize. <b>Belirli Bir Bakış</b>'ta Jüri Özel Ödülü kazanan filmde Abu Saad, Orta Doğu'nun gerilimli topraklarında bir aşk öyküsü anlatırken son derece dinamik bir biçimde politik meselelere de dokunuyor ve farklı bir istihbarat öyküsüyle de seyircinin etik ve politik anlayışlarını sorgulamasına sebep oluyor. Başroldeki <b>Adam Bakri </b>başta olmak üzere tüm kadro çok iyi. Abu Saad'ın kurgu masasında çıkardığı iş çok temiz ve senaryosunun (bana biraz Farhadi'yi hatırlattı) dramatik yapısı da çok güçlü. Bu yıl adını duyurursa çok sevineceğim filmlerden birisi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-GobqlhwAtn0/UlZ0pTKhx7I/AAAAAAAADCQ/a2S9iq309ps/s1600/LA-DANZA-DE-LA-REALIDAD-4-c-Pascale-Montandon.jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="http://4.bp.blogspot.com/-GobqlhwAtn0/UlZ0pTKhx7I/AAAAAAAADCQ/a2S9iq309ps/s640/LA-DANZA-DE-LA-REALIDAD-4-c-Pascale-Montandon.jpg.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Yönetmenlerin 15 Günü </b>bölümünde ilk gösterimi yapılan <b>Alejandro Jodorowsky</b>'nin ölümüne kişisel filmi <b>La Danza de La Realidad </b>ise görüp görebileceğiniz en ilginç deneyimlerden biriydi. İnsanlar yaşlandıkça çocukluğa yaklaşır derler ya... Jodorowsky tam da o tavırla inanılmaz cesur, bildiğiniz her kuralı görmezden gelen yaramaz bir film çıkarmış. Filmin özellikle ilk bir saatini ağzım açık izledim. Jodorowsky'nin çocukluğundan anıları toparlayan ve özellikle de babasıyla olan ilişkisini ön plana yerleştiren film, maalesef babanın bir 'görev icabı' yolculuğuyla beraber dikkatini kaybediyor ve biraz fazlaca dağılıyor ancak yine de aralarda efsane diyebileceğimiz sekanslar izliyoruz. Gerçeküstü bir tavırla çok iyi hazırlanmış tasarımlarını geçtim Jodorowsky'nin reji anlamında (ki malumunuz bir yaştan sonra yönetmenlerden fazlasını beklememek lazım) on numara iş çıkardığını düşünüyorum. <b>La Danza de La Realidad, </b>bence yılın en iyilerinden değil ama 'iyi ki izlemişim' listesi yapsam herhalde bu yılın ilk koyacağım filmlerinden olurdu. Bu sene Cannes'da <b>Belirli Bir Bakış </b>bölümünde yarışan <b>Claire Denis</b>'nin son numarası <b>Bastards (Les Salauds) </b>ise Denis'nin takılınç sinemasının yeni bir örneği. Ne var ki bu sefer Denis uç noktalara gitmeden (tabii ki öykünün içeriğinde bolca uç nokta var) Bayağı birbirine bağlanabilen karakterler, ilintisi koparılmamış hikayeler ve çok da dağılmayan akışıyla seyirciye daha kolay ulaşabilen bir film yapmış. Yine de Bastards, Denis'nin iyilerinden değil. Totalde baktığınızda etkileyici bir duruş bulamıyorsunuz filmde.<br />
<br />
Geç olsun güç olmasın... bir yazı daha gelecek filmekimi programına dair. Yine Cannes'da gösterilmiş ve bayağı beğendiğim <b>The Lunchbox </b>ve <b>Ilo Ilo </b>ile bu yılki diğer festivallerin çeşitli incileri... pek yakında burada...<br />
<div>
<br /></div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-26999993593199722862013-10-02T18:25:00.004+03:002013-10-02T18:25:50.341+03:00filmekimi 2013 vol.1 - Cannes'ın Arka Bahçesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-DrE_4-FCxW4/Ukw1CHBsK_I/AAAAAAAADBc/8vb-gAir5U4/s1600/blue-is-the-warmest-color.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-DrE_4-FCxW4/Ukw1CHBsK_I/AAAAAAAADBc/8vb-gAir5U4/s640/blue-is-the-warmest-color.jpeg" width="640" /></a></div>
<br />
Sonbahar başlangıcı, <b>filmekimi </b>telaşı demek... Elbette işin içinde <b>Altın Koza </b>ve <b>Portakal </b>da olunca Türkiye genel anlamda bir festival çılgınlığına ulaşıyor... ama İstanbullular için <b>IKSV, </b>yeni sezona resmen doping alarak girmemizi sağlıyor. Özellikle bu yıl çok çılgın bir program var. Gündemde yer teşkil eden çokça tanıdık ismi hep birden izleme olanağı buluyoruz. Bu satırları yazdığım anda <b>filmekimi</b>'nin 5inci günündeyiz. (ek seans gününü de sayarsak 6) ve şimdiden <b>Cannes </b>programına yetiştik neredeyse... Bu yılın en hit filmi <b>La Vie d'Adele</b>'le başlayalım. Bence <a href="http://pk-kadraj-odulleri-2007.html/">2007'nin en iyilerinden biri olan</a> <b>La Graine et le Mulet</b>'in yönetmeni <b>Abdel Kechiche</b>'in Altın Palmiye kazanan ve özellikle son dönemde oyuncu ve yönetmen didişmeleri sebebiyle çokça tartışılan filmini hemen sezon başında izleme imkanı bulduk. Adele'in büyüme öyküsü eşliğinde aslen bir ilişki filmine dönüşen <b>La Vie d'Adele, </b>Kechiche'in son derece doğal mizansenleriyle herkesin kişisel hikayelerinden parçaları Adele ve Emma üzerinden anlatıyor aslında. Filmin bu kadar derine işlemesinin en önemli sebeplerinden birisi bence. İşi sadece masalsı romantizme bağlamadan cinsellik ve tutku gibi başka öğeleri de çekinmeden peliküle eden Kechiche zaman zaman işin dozunu giderek artırıp perdenin adeta buğulanmasını sağlıyor. Ancak aidiyet ve birbirini tamamlama olguları ilişkinin her daim tanımlayıcı faktörü oluyor bence. Filmde Kechiche'in sürekli en mahrem anlara yoğunlaşmasının yanında kadrajı çok genişletmeden hep yakın plan çalışması da bizim, karakterlerin ruh hallerine en yakından tanık olmamızı sağlıyor. Bu açıdan baktığımızda filmde en zor işin altından kalkanlar da oyuncular oluyor. Dolayısıyla jürinin Altın Palmiye'ye oyuncuları dahil etmek şeklindeki anormal kararları da gayet anlaşılır oluyor.<br />
<br />
<b>Cannes</b>'da yarışan filmler arasında çok matah olmayan filmler de varmış, bunu da görüyoruz. Daha önce izleme fırsatı bulduğumuz <b>Only God Forgives </b>ve vasat bir TV tiyatrosu kıvamındaki <b>Behind the Candelabra</b>'nın dışında, bu gruba <b>Michael Kohlhaas</b>'ı da dahil edebiliriz. <b>Mads Mikkelsen'</b>in başrolünde yer aldığı <b>Bruno Ganz </b>ve <b>Denis Lavant </b>gibi isimlerin ufak anlarda önemli roller üstlendiği film, filmekimi'nde <b>Adalet İçin </b>adıyla gösterildi. <b>Arnaud des Palliers'</b>in oldukça ilginç bir hikayeye son derece soğukkanlı ve mesafeli yaklaşma tercihlerini ben şahsen pek tutmadım. Filmin final sekansı hariç hiçbir heyecan verici anı bulunmuyor. Elbette çok epik bir şey olması da şart değil. Ancak yine de <b>Michael Kohlhaas </b>bence takındığı bu soğukkanlı tavrını da tam olarak etkili bir şekilde kullanamıyor ve öyküsünü, temellerini yasladığı ana karakterini tam olarak anlamaya çalışmıyor sanki.<br />
<br />
Beklediğimi çok bulamadığım bir diğer film ise <b>Cannes</b>'da senaryo ödülünü alan <b>A Touch of Sin (</b>Tian Zhu Ding) oldu. Daha önce oldukça durgun tavrına rağmen kendisini takip ettiren ve sessiz sakin bir şekilde dertlerini çok iyi anlatan <b>Still Life </b>ve <b>I Wish I Knew</b>'unu izlediğim <b>Zhang Ke Jia, </b>bu sefer biraz uçmuş ve oldukça yükselen anlarıyla farklı bir işe imza atmış. Zorlu hayat koşullarında cinnet getiren bir grup insanın öykülerini birbirine yumuşak bir şekilde bağlayarak kolayca takip edilen bir film yaratmış. Doğruya doğru, filmin ilgiye değer ve sağlam çekilmiş sekansları mevcut ancak bir bütün olarak bence yönetmenin yukarıda bahsettiğim işlerindeki boyutu bulmak pek mümkün değildi. Dahası sırf farklı karakterler ve öyküleri birbirine bağlıyor diye hiçbir numarası olmayan senaryosunun ödül almış olması da saçmalık. Yine de bu bahsettiğim eksikliklere rağmen <b>A Touch of Sin </b>izlediğinize pişman olmadığınız 'renkli' çalışmalardan birisiydi...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-pByJm38O6zk/Ukw4G6sxMGI/AAAAAAAADBo/6PvKf26G5NU/s1600/heli_resdefault-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://1.bp.blogspot.com/-pByJm38O6zk/Ukw4G6sxMGI/AAAAAAAADBo/6PvKf26G5NU/s640/heli_resdefault-1.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Cannes </b>favorilerinden <b>Japonya </b>yapımı <b>Like Father, Like Son </b>ve Meksika'dan Escalante'ye en iyi yönetmen ödülünü kazandıran <b>Heli </b>ise salondan tatminkar bir şekilde ayrıldığınız ancak çok da sizi vurmayan filmler arasında yer alıyor. <b>Amat Escalante</b>'nin <b>Heli</b>'si biraz Reygadas sinemasını da hatırlatıyor. Yönetmenin oldukça cesur sahneleri çok iyi kotardığını ve genel anlamda filmi çok sağlam bir seyirliğe dönüştürdüğünü düşünüyorum. Öykü açısından baktığımızda ise <b>Heli</b>'nin rejisi kadar büyük bir başarıyı göremiyoruz. Daha önce <b>Nobody Knows'</b>uyla beni çok etkilemiş <b>Hirokazu Koreeda</b>'nın sonraki işlerinden <b>I Wish </b>(Kiseki) ise genel seyirci tepkisinin aksine bende çok bir iz bırakmamıştı. Bu sene yine seyircilerin favorileri arasında yer alan ve yukarıda bahsettiğim işlerine nazaran daha anaakım bir tavır takınan <b>Like Father, Like Son </b>ise temiz rejisi, çok parlamayan ancak aynı zamanda tökezlemeyen senaryosunun yanında daha çok oyuncularının performanslarıyla göz dolduran bir iş. Gayet güçlü bir malzemeye sahip bir aile dramı fikrini kendi kültürel yapısına göre iyi bir şekilde doyurduğunu da düşünüyorum. Tek boyutlu olma tehlikesi taşıyan karakter özelliklerinin ise ucundan tehlikeyi atlattığını söyleyebiliriz sanırım.<br />
<br />
Bu seneki <b>Cannes </b>seçkisinden <b>Ozon </b>ve <b>Farhadi</b>'nin filmlerini ise oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Her ikisinin de çok daha parlak filmleri oldu. Ve özellikle en son yaptıkları işlerden sonra <b>(Dans la Maison </b>ve <b>A Separation) </b>biraz insanlarda hayal kırıklığı yaratmış olabilirler tabii ki. <b>Farhadi </b>tıpkı <b>A Separation</b>'da olduğu gibi <b>Le Passe</b>'da ailesel krizlere odaklanıyor. Parçalanmış ve yeni oluşmanın arefesindeki aile bireylerini bir araya toplayarak geçmişle ilgili hesaplaşmalar üzerine odaklanan Farhadi, yine öyküye dair sürprizlerini ustalıkla saklayıp uygun vaktinde seyircinin yüzüne patlatmayı tercih ediyor. Filmde beni en çok rahatsız eden unsur Ahmet karakterinin diğerlerinin açık ara üstünde yer alması ve bir nevi ortamların ahlaki polisi gibi olayları çözmeye çalışması oldu. Sanırım herkesin aynı derecede çaresiz olduğu öyküleri daha çok seviyorum. Filmin sonu ise enfes bir goldü. Onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Bu yıl kadın oyuncu ödülünü <b>Cannes</b>'da alan filmin şahsen bu ödülünün çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Keşke <b>A Touch of Sin </b>yerine senaryoyu alsaydı.<br />
<br />
Ozon'un filmi ise takip ettiğim kadarıyla genel anlamda memnuniyetsizlik yaratmış. <b>François Ozon, </b>en sevmediğim işiyle bile takdir ettiğim filmler ortaya çıkaran birisi. Adamın edep bilmeyen ve bunları kafaya takmayan senaryolarını, kim olursa olsun oyuncularından çıkardığı taş gibi performanslarını ve mizansen kurma açısından tamamen öyküye ve karakterlerin kişisel özelliklerine bağlı olarak farklı tavırlar takınmasını severim. <b>Jeune & Jolie</b>'de de Ozon, anlaşılması çok kolay olmayan provokatif bir karakteri anlatıyor. Öykücükler çok orijinal değil ama Ozon'un olaylara yaklaşımı, dahası karakterinin karanlık taraflarını açıklamaya çalışmadan anlamaya odaklanması filmin ortalama fikrinin seviye atlamasına yardımcı oluyor. Oyuncular yine çok iyi ve güzeller güzeli <b>Marine Vacth </b>da yılın buluşu bence.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-BNNxNH9zOz0/Ukw4XtBy8XI/AAAAAAAADBw/fGADBxNSYGs/s1600/Inside-Llewyn-Davis-trailer-1877774.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://1.bp.blogspot.com/-BNNxNH9zOz0/Ukw4XtBy8XI/AAAAAAAADBw/fGADBxNSYGs/s640/Inside-Llewyn-Davis-trailer-1877774.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Şu ana kadar <b>Filmekimi</b>'nde ve <b>Cannes </b>seçkisinde en beğendiğim film ise Coenlerden geldi. Ben olsam hiç düşünmeden Altın Palmiye'yi <b>Inside Llewyn Davis</b>'e vermiştim. En baştan itiraf edeyim folk müziğe olan düşkünlüğümün ekstra bir getirisi mutlaka vardır. <b>Oscar Isaac</b>'in de yılın en iyi performanslarından birini çıkardığı ve hatta tüm kadronun harika olduğu gerçeğini de es geçelim. Coenler'in her zamanki kara mizahlarını çok ayarında bir törpülemeyle duygusal ama aynı zamanda karanlık, hassas ama bir o kadar da soğukkanlı bir şekilde resmettikleri öyküleri beni çok etkiledi. Bir şeylere tutunmaya çalışan insanların monochromatic bir dünyada varolma çabası; hayal kırıklıkları ve ufak sevinçleri karamsar bulutların yarattığı melankolik bir atmosferle enfes bir şekilde besleniyor. Son derece oturaklı yapısıyla film hiç rayından çıkıp alakasız yerlere sapmıyor ve çok ufak bir zaman diliminde; bir dönemde belli bir kesitin dertlerini de etkin bir şekilde perdeye yansıtmayı beceriyor... <b>Inside Llweyn Davis, </b>bence bu senenin en iyilerinden birisi. Bir an önce tekrar izlemek için sabırsızlanıyorum.<br />
<br />
Filmekimi daha bitmedi... izlenecekler, izlenen ama yazılacaklar var... devamı yakında.<br />
<br />
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-27377113049619433282013-08-26T23:47:00.002+03:002013-11-02T18:12:28.047+02:002012'nin En İyileri - Çarpık Kadraj Ödülleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-9WlG2X4NuqU/UnUgNOuHLOI/AAAAAAAADDc/hMsTzpvS46o/s1600/Slide1.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="382" src="http://3.bp.blogspot.com/-9WlG2X4NuqU/UnUgNOuHLOI/AAAAAAAADDc/hMsTzpvS46o/s640/Slide1.png" width="640" /></a></div>
<br />
Bu iş her sene daha da sarkmaya başladı. Normalde Mayıs, Haziran gibi bir önceki yılın filmlerini tamamlarken bu sene neredeyse Eylül yaptık. Ama çok yoğun bir yılın ardından anca vakit bulabildim. Bir de tabii benim doymazlığım, 'hadi şunu da izleyeyim' triplerimin de katkısı var. Yaygın dağıtımları ya da ülkelerindeki ilk gösterimleri 2012'de gerçekleşen toplam 210 film içinden yaptığım seçkilere bir bakalım şimdi. Bu sene genel anlamda bakarsak çok da parlak bir yıl değilmiş gibi bir algı var. Ancak yelpazenin çok farklı kısımlarından bayağı sağlam/ilginç/kayda değer şeyseyrettik. Bu yüzden ben oldukça verimli bir yıl geçirdiğimizi düşünüyorum. ABD sinemasının öne çıkan filmlerinin büyük çoğunluğu kalburüstü ve keyifle izlenen işlerdi. Diğer yandan festival zincirlerinde dünya sinemasından çok egzantrik işlerle de karşılaştık. Yukarıda afişlerini gördüğünüz 10 film sadece birer temsilci. Farklı yönlerden adlarının anılması gereken bayağı bir film çıktı bu sene. Neyse lafı zaten uzatacağız aşağılarda... geçelim 2012 yılının en iyilerine...<br />
<br />
<b>* Kasım 2013</b> - Bir film izledim hayatım değişti dermişim. İşin şakası bir yana bir film izledim ve Çarpık Kadraj Ödülleri değişti. Normalde pek böyle bir şeye gerek görmem ancak bu sene 2012'nin en iyilerini açıkladıktan sonra ancak <b>Stories We Tell</b>'i izleyebildim. Daha önce de bu tip durumlar olmuştu ve tek tük adaylıklarda değişiklik yapmıştım. Ancak bu sefer Top 10 listem ve belgesel kategorisinde kazananım değişti. Sanırım ilk defa top 10'da iki belgesel birden yer almış oldu. Bu arada filmin aslen ilk 5'ime girdiğini de belirtmem gerek. Neyse... 2012 Çarpık Kadraj Ödülleri'nin son hali aşağıdaki gibidir. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-a0NVkaCODXs/UhsWezGWxJI/AAAAAAAAC9M/cpD0pEabeL8/s1600/holy-motors-bestof2012.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://3.bp.blogspot.com/-a0NVkaCODXs/UhsWezGWxJI/AAAAAAAAC9M/cpD0pEabeL8/s640/holy-motors-bestof2012.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">2012'nin En İyi Filmleri</span></b></div>
</div>
<div style="margin: 0px; text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
5 Broken Cameras<br />
Beasts of the Southern Wild<br />
Dupa Dealuri (Beyond the Hills)<br />
<b>Holy Motors</b><br />
Lincoln<br />
The Master<br />
Moonrise Kingdom<br />
Post Tenebras Lux<br />
Stories We Tell <br />
Tabu<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Daha önce de söylemiştim. <b>Nanni Moretti </b>ve jürisi bu filmi tamamen görmezden gelerek Cannes tarihinin en büyük hatalarından birini yaptılar bence. Her geçen yıl daha da tek tipleşen festival dolaşan filmler arasında <b>Holy Motors, </b>taptaze bir seyirlik sunuyordu. Ama aslında yeni bir icat falan da çıkarmıyordu. Yine de bu acayip macerayı izlerken gözümü kırpmadım neredeyse. <b>Leos Carax </b>fazlasıyla kişisel bir iş yapmıştı ama sinemaya dair dertleri de yeterince açık bir şekilde anlatabiliyordu diye düşünüyorum. Bu yıl yine anaakım dışı sağlam işler de seyrettik. İlk 10'a aldığım <b>Post Tenebras Lux, Tabu </b>bu senenin kesinlikle tekrar tekrar izlenesi işlerindedi. <b>Beyond the Hills </b>ise festival gediklileri arasındaki en kişilikli anaakım çalışmalardandı bence. Özellikle finaline doğru yaşanan o muazzam sekans hiç aklımdan çıkmayacak sanırım. Hollywood cephesinden <b>Lincoln</b>'ı biraz kişisel sebeplerden ötürü fazlaca sevdim. Bu yoğun tarih-politika karmasını sevmeyenlerin dertlerini de anlıyorum. Aynen çok sevdiğim bir tür üzerine giden Tarantino da yine beni yine zayıf tarafımdan yakaladı. Ancak mesela <b>The Master </b>veya <b>Moonrise Kingdom </b>için hiçbir bahane yok. Bu filmleri sevmeyenleri anlayamam. Yine ABD'den <b>Beasts of the Southern Wild, </b>ilk izlediğimde bende hafif soru işaretleri doğurmuştu. Ancak ikinci izleyiş ve zaman ilerledikçe filmin gözümdeki değeri arttı. <b>5 Broken Cameras</b>'dan belgesel kısmında bahsederim. Bu yıl ilk 10'a alamadığım ama illa ki adını zikretmem gereken filmler de var. Tam bir sinema güzellemesi <b>Berberian Sound Studio, </b>Şili'den alternatif bir <i>Mad Men </i>öyküsü çıkaran <b>No, </b>François Ozon'un uzun zamandır en kusursuz işi <b>Dans La Maison </b>ilk aklıma gelenler. Bunun yanında <b>Lore, Apres Mai, La Cinquieme Saison, Paradise </b>üçlemesinin ilk iki filmi <b>Love </b>ve <b>Faith </b>ve elbette çok özel bir proje <b>Final Cut: Ladies & Gentlemen </b>bu yılı gülen bir yüzle hatırlayacağım filmler arasında yer alıyor.<br />
<br />
<b>Kasım 2013 Düzenleme - Stories We Tell</b>'in ilk 10'a girmesiyle dışarı çıkan <b>Django Unchained'</b>e sevgilerle :) </div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-5OoKpG8mpE0/UhsWpIsejuI/AAAAAAAAC9U/9XlFlbCTXlU/s1600/leos-carax-holy-motors.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="344" src="http://2.bp.blogspot.com/-5OoKpG8mpE0/UhsWpIsejuI/AAAAAAAAC9U/9XlFlbCTXlU/s640/leos-carax-holy-motors.png" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Yönetmen</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Carlos Reygadas (Post Tenebras Lux)<br />
<b>Leos Carax (Holy Motors)</b><br />
Paul Thomas Anderson (The Master)<br />
Sarah Polley (Stories We Tell) <br />
Steven Spielberg (Lincoln)<br />
Wes Anderson (Moonrise Kingdom)<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Geçen sene olduğu gibi kıyamayıp 6 yönetmen sokuşturdum buraya. Ama aklım <b>Miguel Gomes</b>'de de (Tabu) kaldı. <b>Paul Thomas Anderson</b>'ın hep sağlam işler çıkarmasına alışkınız. Ancak Spielberg, Anderson bence uzun zamandır bu kadar iyi bir iş çıkarmamışlardı. Mungiu da tek filmlik bir adam olmadığını gösterdi. Ancak Reygadas ve Carax'ın çıkardıkları işlere çok ayrı bir gözle bakıyorum. İkisi de çok dağınıkmış gibi gözüken ama ince detaylarla örülü filmlere imza attılar. Sıradan bir adamın altından kalkması zor; kişisel aama aynı zamanda çok kolay kendi derdini anlatabilen, üzerinde düşündüren işlerdi.<br />
* <b>Kasım 2013 - </b>6 aday olmasa buraya sadece Sarah Polley'yi eklemekle kalacaktım. Ancak harika bir iş çıkaran Cristian Mungiu'yu (Beyond the Hills) çıkarmak zorunda kaldım. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Ar-f-8ALzxA/UhsaOzTA-mI/AAAAAAAAC9g/7nGN6m9GjRI/s1600/tepeninard%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://1.bp.blogspot.com/-Ar-f-8ALzxA/UhsaOzTA-mI/AAAAAAAAC9g/7nGN6m9GjRI/s640/tepeninard%C4%B1.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Türk Filmi</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Ana Dilim Nerede?<br />
Araf<br />
<b>Tepenin Ardı</b><br />
Yük<br />
Zerre<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Bu yıl zayıf bir seneydi bence sinemamız açısından. <b>Emin Alper</b>'in ilk filmi <b>Tepenin Ardı </b>bence açık ara yılın en iyisiydi. Docudrama türünde izlediğimiz işlerden beni en çok tatmin eden film ise <b>Ana Dilim Nerede? </b>oldu. Yine bir ilk film olan <b>Zerre </b>ise sinemamızda gördüğümüz nadir özenli işlerdendi. <b>Yeşim Ustaoğlu</b>'nun <b>Araf</b>'ı belli bir oranda ilgimi cezbetti. (Çok karşılaştırıldığı <b>Gözetleme Kulesi</b>'nin aksine) Ama beğendiğime şaşırdığım film <b>Erden Kıral</b>'dan geldi. <b>Yük, </b>Kıral'ın iyice benimsediği non-lineer anlatımı üzerinden çıkardığı en iyi çalışmalardan birisi. Bu sefer doğaçlama becerebilen oyuncularla çalışmasının da katkısı var elbette ama yarattığı atmosfer çok güçlüydü. Ancak dediğim gibi bu yıl Türk sineması kısır bir yıl geçirdi bence. Misal çoğunun bayıldığı <b>Yeraltı, Küf, Şimdiki Zaman, Lal Gece, Babamın Sesi </b>bende büyük izler bırakmadı. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Nq4uatjF_Zo/UnUh-10v6_I/AAAAAAAADDo/Yzqad6v25to/s1600/Stories-We-Tell.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="414" src="http://1.bp.blogspot.com/-Nq4uatjF_Zo/UnUh-10v6_I/AAAAAAAADDo/Yzqad6v25to/s640/Stories-We-Tell.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Belgesel / Kurmaca Dışı</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
5 Broken Cameras<br />
Final Cut: Hölgyeim es Uraim (Ladies & Gentlemen)<br />
The Gatekeepers<br />
The House I Live In<br />
How to Survive a Plague<br />
<b>Stories We Tell</b> <br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>5 Broken Cameras, </b>Filistin-İsrail çatışmaları için bir bellek oluşturmanın yanında, içinde barındırdığı kişisel öyküsü sebebiyle de çok özel bir çalışma. En doğal haliyle çevresindekileri aktarma peşindeki bir adamın bir anlamda tutkusunu gerçekleştirmek için uğraşması, diğer yandan bir çocuğun büyüme hikayesi. Her kırılan kamerayla birlikte içimiz cız ederken Emad Burnad'ın inadı resmen ilham verici düzeydeydi. Üstelik yakalanan görüntüler harikulade bir şekilde kurgulandığı gibi içi dopdolu bir belgesel de ortaya çıkarıyordu. <b>Final Cut</b>'ı bu listeye alıp almamak konusunda bayağı bir düşündüm. Ancak her ne kadar bir öykü anlatacak derecede yapılandırılsa da tamamiyle deneysel bir montaj projesini kurmaca olarak algılayamıyorum. Bu tutku dolu ve izlemesi inanılmaz keyifli projenin de burada adını anmak istedim. Diğer belgeseller yine politik çalışmalardı ve genel bağlamda baktığımızda klasik belgesel formundaydılar. Ancak üçünün yapısı da taş gibi sağlamdı ve içerik konusunda son derece güçlüydüler. Bu yıl genel olarak çok iyi belgeseller izledik. Sanatçı ekseninde hayat bulan <b>Marina Abramovic: The Artist is Present, Ai Weiwei: Never Sorry</b>, bu kategoride Oscar'ı kucaklayan <b>Searching for Sugar Man </b>ilham veren çalışmalardı. Belgeselden çok non-narrative bir film tadındaki <b>Tchoupitoulas</b>; tarihten ürkütücü hikayeleri yeniden önümüze taşıyan <b>The Imposter, Mea Maxima Culpa, West of Memphis, Central Park Five </b>yılın öne çıkan belgesellerinden olurken reality show tadındaki <b>The Queen of Versailles </b>senenin en eğlenceli belgeseliydi. İç gıcıklayan <b>The Mechanical Bride </b>ve sinemanın dijitalleşmesi üzerine donanımlı <b>Side by Side</b>'ın da adını analım. Belgeseller için cennet gibi bir yıldı resmen.<br />
<br />
<b>* Kasım 2013 Düzenleme</b> - Belgeseller açısından harika bir yıldı ve <b>Stories We Tell</b>'i burada zirveye koymam gerekiyor. Son yıllarda izlediğim en iyi belgeseldi. Son derece kişisel bir öyküyü anlatması bir yana, bunu janrı eğip bükmek için çok iyi kullanıyor Polley. Ancak bu belgesele sadece Polley'nin aile dramı demek doğru olmaz. Ondan çok daha ötede aslında her hikayenin kurmaca olduğuna dair çok iyi bir tez yürütüyor. Çekimler çok başarılı, metinler bir harika ve kurgusu şahane. Pek çok katmanda film sınıfını fazlasıyla aşıyor. Çok özel bir film. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-CBMVxAvGmgI/UhsezbzXBEI/AAAAAAAAC94/dY7HaOf2FeM/s1600/moonrise-kingdom.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://4.bp.blogspot.com/-CBMVxAvGmgI/UhsezbzXBEI/AAAAAAAAC94/dY7HaOf2FeM/s640/moonrise-kingdom.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Orijinal Senaryo</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Holy Motors<br />
<b>Moonrise Kingdom</b><br />
No <br />
Sightseers<br />
Stories We Tell <br />
Tabu<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Gelelim işin senaryo kısmına... Yılın en iyisi hiç düşünmeden <b>Moonrise Kingdom</b>'dı. Wes Anderson'ın bir süredir - yine iyi işler çıkarmasına rağmen - yavaş yavaş çıkmaza girdiğini düşünüyordum. Ancak <b>Roman Coppola</b>'yla birlikte kotardığı Moonrise, hem Anderson'ın klasik aile takıntılarına yer veriyor hem de yeni ve dinamik öğeler katıyordu. Deli dolu, absürt yanlarının yanında karakterlerine çok iyi yatırım yapıyordu. <b>Miguel Gomes</b>'in <b>Tabu</b>'su da benzer zıpçıktılar eşliğinde duygusal anlara benzer uzaklıktan bakmayı beceriyordu. <b>Holy Motors, </b>sinemanın çok farklı yüzleriyle adeta şizofren bir şekilde bizi buluştururken bir yandan da seyircinin empatisini toplamayı beceriyordu. Yılın en iyi politik çalışmalarından <b>No </b>ise ciddi meselelere sağlam taşlamalar sunuyordu. <b>Sightseers </b>genelde pek öne çıkan bir film olmadı bu sene. Ancak edepsizliği bir yana çok sağlam iki karakter üzerinden uzun zamandır karşımıza çıkan en sağlam kara mizah örneklerinden birini sunuyordu. Yılın kayda değer diğer işleri arasında, Oscar'lı <b>Django Unchained, </b>Haneke'nin çoğu sinefili büyülemiş <b>Amour</b>'u, Yunanistan'dan çıkan yeni çılgınlık <b>L </b>vardı. Avrupa sinemasından <b>La Cinquieme Saison, Neighbouring Sounds, Kapringen (A Hijacking), Just the Wind, Reality</b>... Reygadas'ın deli işi <b>Post Tenebras Lux</b>'u, Mark Boal'un müthiş bir soğukkanlılıkla kaleme aldığı <b>Zero Dark Thirty </b>geçtiğimiz yıl sinemamızın en iyisi <b>Tepenin Ardı</b>'nı ve <b>The Master</b>'i da saymak lazım bu kategoride.<br />
<b>*Kasım 2013 Düzenleme</b> - <b>Stories We Tell</b>'in eklenmesiyle 6 adaylık oldu. </div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-poSyZXh1S1E/UhsuJpJwAsI/AAAAAAAAC-I/dQ-MlDpjpHU/s1600/in-the-house_03.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://4.bp.blogspot.com/-poSyZXh1S1E/UhsuJpJwAsI/AAAAAAAAC-I/dQ-MlDpjpHU/s640/in-the-house_03.jpeg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Uyarlama Senaryo</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Beasts of the Southern Wild<br />
<b>Dans La Maison</b><br />
Lore<br />
De Rouille et D'os (Rust & Bone)<br />
Silver Linings Playbook<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>François Ozon</b>'un uzun zamandır yaptığı en iyi işti <b>Dans La Maison... </b>ve bunda senaryonun çok büyük bir katkısı vardı. Metin zaten hikaye anlatmak üzerine kuruluydu ve farklı katmanlarda öykülerin farklı boyutlarını seyirciye aktarmak konusunda çok başarılıydı. Edebi referansları ve arada takınılan Woody Allen triplerini de senaryonun artısı olarak saymak lazım. 2. Dünya Savaşı'na başka bir yönden bakmamızı sağlayan <b>Lore, </b>enfes bir büyüme öyküsü sunuyordu bir yandan. Diğer taraftan <b>Jacques Audiard'</b>ın birkaç farklı öyküden birleştirerek oluşturduğu <b>Rust and Bone </b>enfes bir karakter çalışmasına imza atıyordu. <b>David O. Russell'</b>ın Capra'vari bir üslupla yarattığı arızalı karakterleri ekonomik bunalım sonrası Amerika'sında yeni tip bir dysfunctional aile yaratıyordu, enfes diyaloglar eşliğinde... Yılın diğer dikkate değer çalışmalarına gelince. <b>Argo, Cesare Deve Morire, The Paperboy, The Perks of Being a Wallflower, Le Prenom, The Sessions </b>görülmesi gereken çalışmalardı. Genel anlamda çok hoşuma gitmese de <b>On the Road</b>'un uyarlama kısmında sınıfı geçtiğini düşünüyorum. <b>Farewell My Queen, </b>yılın heyecan verici işlerindendi. Genelde pek beğeneni olmayan <b>This is 40, </b>yine bu yıldan aklımda kalacak senaryolardan biriydi... ve <b>Cloud Atlas... </b>kitabı okuduktan sonra daha iyi anladım. Deli işi bir tutkuyla uyarlanmış bir iş... klişe yönleri fazlaca var ancak unutulmaması gereken uyarlamalardan birisi. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-0t0U-Ekh_7E/Uhtb0XRAc7I/AAAAAAAAC-8/Vi_cyJqJirs/s1600/smashed-winstead.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://3.bp.blogspot.com/-0t0U-Ekh_7E/Uhtb0XRAc7I/AAAAAAAAC-8/Vi_cyJqJirs/s640/smashed-winstead.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div>
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Kadın Oyuncu</span></b></div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)<br />
Margarete Tiesel (Paradies: Liebe)<br />
Maria Hofstatter (Paradies: Glaube)<br />
Marion Cotillard (Rust & Bone)<br />
<b>Mary Elizabeth Winstead (Smashed)</b><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Gelelim oyuncu kısımlarına... Bu yılın benim gözümdeki birincisi haksız yere görmezden gelindiğini düşündüğüm Winstead... Tonlarca bağımlı öyküsü izledik, ama bu kadın inanılmaz bir sempati ve inandırıcılık katıyordu, hiç abartmadan. <b>Marion Cotillard</b>'ı sadece balkon sahnesi için bile aday yapabilirim. <b>Oscar'</b>ı götüren Jennifer Lawrence'ın buralarda pek beğeneni yok ama onsuz bu filmi bu kadar sevemezdim sanırım. Gelgitler arasında harika iş çıkarıyordu. Son olarak bir de <b>Cennet </b>üçlemesi hanımlarını anmazsak olmaz... Özellikle Maria Hofstatter resmen şov yapıyordu. Yılın ismi anılması gereken diğer isimlerine geçersek <b>Sightseers</b>'la <b>Alice Lowe,</b> <b>Amour</b>'la çoğu kişinin birincisi <b>Emmanuelle Riva; Barbara</b>'yla <b>Nina Hoss, </b>ufaklık <b>Quvenzhane Wallis, </b>komedide bence şu an Hollywood'un en yetenekli isimlerinden <b>Leslie Mann, </b>Pieta<b>'</b>yla gözlerimi ayıramadığım <b>Min-soo Cho, </b>Farewell My Queen<b>'</b>in arzu nesnesi <b>Lea Seydoux'</b>dan, <b>Shadow Dancer</b>'da yine karizmasını konuşturan <b>Andrea Riseborough</b>'dan ve çok zor bir rolün altında kalkan <b>Tessa Ia </b>(After Lucia) bahsetmek gerekir. Bunun dışında genellikle yardımcı kabul edilen <b>Ann Dowd </b>(Compliance) ve <b>Helen Hunt</b>'ı da<b> </b>(The Sessions) bu kategoride anmak isterim... son olarak Starlet'le <b>Dree Hemingway</b> yılın keşiflerinden birisiydi. 6. aday yapabilirdim, o kadar beğendim. Bir de unutmadan bu sene Xavier Dolan hayal kırıklığı oldu ama <b>Suzanne Clement </b>aracılığıyla burada da <b>Laurence Anyways</b>'den bahsetmiş olalım. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-gbyQEP29Ajg/Uhsy8txqwYI/AAAAAAAAC-Y/VImrD4aoTR8/s1600/amour-jean-louise-trintignant-and-emmanuelle-riva.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-gbyQEP29Ajg/Uhsy8txqwYI/AAAAAAAAC-Y/VImrD4aoTR8/s640/amour-jean-louise-trintignant-and-emmanuelle-riva.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div>
<div style="margin: 0px;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Erkek Oyuncu</span></b></div>
</div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
<div style="margin: 0px;">
Bradley Cooper (Silver Linings Playbook)<br />
Daniel Day-Lewis (Lincoln)<br />
Denis Lavant (Holy Motors)<br />
<b>Jean Louis Trintignant (Amour)</b><br />
Mads Mikkelsen (Jagten)<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Riva'nın performansının ne kadar düşkünü değilsem Trintignant'ın da o kadar hastasıyım diyeyim kısaca. Filmin önemli bir kısmını tek başına yükleniyordu ve karakterin tek boyutlu olmamasından da fazlasıyla faydalanıyordu. <b>Mads Mikkelsen </b>ve <b>Denis Lavant </b>için de aynı şeyi söylemek mümkün. Lavant'ın aktör oynayan bir aktör olarak rahatlığı; Mikkelsen'in son derece sakin ve abartmadan abartılı bir öyküyü normalize etmesi de hayranlık duyulacak cinstendi. <b>Daniel Day-Lewis </b>hakkında çok konuşmaya gerek bile yok. Yine şovunu yaptı ve Oscar'ını kaptı. Ancak özellikle o yarışta <b>Bradley Cooper </b>sevimli bipolar Pat rolüyle benim favorimdi. Bu yılki diğer favori performanslarım arasında ise <b>Logan Lerman </b>(The Perks of Being a Wallflower), <b>Aris Servetalis </b>(L), <b>Fabrice Luchini </b>(Dans la Maison), <b>Joaquin Phoenix </b>(The Master), <b>Denzel Washington </b>(Flight), <b>Jack Black </b>(Bernie), <b>Yiannis Papadopoulos </b>(Boy Eating the Bird's Food), <b>Matthias Schoenaerts </b>(Rust and Bone), <b>Albert Dupontel </b>(Le Grand Soir), <b>Suraj Sharma </b>(Life of Pi) <b>Aniello Arena</b> (Reality), <b>Tom Holland </b>(The Impossible) ve <b>Toby Jones </b>(Berberian Sound Studio) vardı. </div>
</div>
</div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-CdT9jxYmAcU/UhtZVxMBP_I/AAAAAAAAC-o/CZ3gY09mtCs/s1600/mary-todd-sally-field-lincoln.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="478" src="http://2.bp.blogspot.com/-CdT9jxYmAcU/UhtZVxMBP_I/AAAAAAAAC-o/CZ3gY09mtCs/s640/mary-todd-sally-field-lincoln.png" width="640" /></a></div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Yardımcı Kadın Oyuncu</span></b></div>
</div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
<div style="margin: 0px;">
Amy Adams (The Master)<br />
Macy Gray (The Paperboy)<br />
Nicole Kidman (The Paperboy)<br />
<b>Sally Field (Lincoln)</b></div>
</div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
<div style="margin: 0px;">
Valerie Benguigui (Le Prenom)<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>Sally Field</b>'ı yıllar sonra adam gibi bir filmde görmek benim için zaten orgazmik bir durumdu. Ama bunun üstüne bir de hastalıklı, hassas, kolay incinir ama bir yandan da hiçbir zaman 'aciz' olarak nitelendiremeyeceğimiz derecede dişli bir kadını canlandırması cennetti adeta. <b>Lincoln </b>sadece tek bir oyuncuya yaslanmayan bir filmdi ve Daniel Day-Lewis'den en çok rol çalan isim de Field'in ta kendisiydi. Yine güçlü bir kadın portresi sunan <b>Amy Adams, </b>bu kategorideki ikinci favorimdi. Genelde Phoenix ve Hoffman'ın yanında görmezden gelindiğini düşünüyorum haksız yere. <b>The Paperboy</b>'da harikalar yaratan <b>Nicole Kidman, </b>ilk bakışta filmin cazibe merkeziydi ama <b>Macy Gray</b>'in sessiz sedasız döktürdüğünü de kabul etmek gerek. Hoş bir Fransız komedisi olan <b>Valerie Benguigui </b>ise senaryonun en çıkmaza sürüklendiği anlarda bile doğallığından hiçbir şey kaybetmiyordu. Burada adaylık alamayan isimlere gelince... Elbette <b>Anne Hathaway</b>'in hakkını teslim etmek gerekiyor ilk başta. Bu yıl çok beğendiğim performanslardan biriydi. <b>Killer Joe </b>ile <b>Gina Gershon </b>ve <b>Juno Temple</b>, <b>Quartet </b>ile <b>Pauline Collins</b>'i de unutmamak lazım. Dans la Maison'la <b>Emmanuelle Seigner </b>ve <b>Kristin Scott-Thomas'</b>ı da anmadan olmaz. Hatta Scott-Thomas'ın bir <b>Salmon Fishing in the Yemen</b>'le adını zikretmek gerek. Bunun dışında <b>Starlet</b>'le <b>Stella Maeve, Rust and Bone</b>'la <b>Corinne Masiero, Reality </b>ile <b>Loredana Simioli </b>de listeme giren oyuncular arasındaydı. Bunun dışında <b>Hyde Park on Hudson </b>adlı rezillikte harikalar yaratan <b>Olivia Colman</b>'ı da unutmayalım. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-m2hlWX6wuQw/UhtbL5amFEI/AAAAAAAAC-0/0iwiV-GpbW0/s1600/the-master-paul-thomas-anderson-philip-seymour-hoffman.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="332" src="http://3.bp.blogspot.com/-m2hlWX6wuQw/UhtbL5amFEI/AAAAAAAAC-0/0iwiV-GpbW0/s640/the-master-paul-thomas-anderson-philip-seymour-hoffman.jpeg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Yardımcı Erkek Oyuncu</span></b></div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
Dwight Henry (Beasts of the Southern Wild)</div>
</div>
<div>
<div style="margin: 0px;">
Ezra Miller (The Perks of Being a Wallflower)<br />
Garrett Hedlund (On the Road)<br />
<b>Phillip Seymour Hoffman (The Master) </b><br />
Samuel L. Jackson (Django Unchained)<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Geçelim beylere... <b>Phillip Seymour Hoffman, </b>olağanüstüydü. Bu kategoride onun üstüne çıkmak bence mümkün değil. İlk kez izlediğimiz <b>Dwight Henry, </b>çok samimi bir karakter yarattı ve Wallis'le birlikte filmin görünmeyen candamarlarından biriydi. <b>Ezra Miller, </b>neslinin en iyi oyuncularından biri olma sinyali veriyor. <b>Garrett Hedlund</b> da çok kalabalık bir kadronun içinde yıldız gibi parlıyordu. Django'daki <b>Samuel L. Jackson </b>performansına ise bayılıyorum. Filmde kesinlikle beni en çok eğlendiren isimdi. Mesela yine onca ödül toplayan <b>Christopher Waltz</b>'un burada hiçbir numarası olduğunu düşünmüyordum Jackson'dan sonra o filmdeki favorim kesinlikle <b>Leonardo di Caprio'</b>ydu. Bunun dışında kayda geçilmesi gereken isimler... <b>Alan Arkin </b>(Argo), <b>Christopher Walken </b>(Seven Psychopaths), <b>Ewan McGregor </b>(The Impossible), <b>Hernan Mendoza</b> (After Lucia), <b>Jim Broadbent</b> (Cloud Atlas) <b>Joaquin Nunez (</b>Grupo 7), <b>John Henshaw </b>(The Angel's Share), <b>Jude Law </b>(Anna Karenina), <b>Matthew McConaughey </b>(Magic Mike & Killer Joe), <b>Jun-Sang Yu </b>(In Another Country), <b>Lars Mikkelsen </b>(What Richard Did) ve <b>Tommy Lee Jones </b>(Lincoln). Son olarak bu yıl kaybettiğimize çok çok üzüldüğüm <b>James Gandolfini</b>'yi de anmak isterim. Gandolfini bu yıl çok sağlam yan rollerle karşımıza çıktı. <b>Killing Them Softly, Zero Dark Thirty </b>ve <b>Not Fade Away</b>'de kısa sürelerde bile tüm dikkatleri kendi üzerine çekiyordu. Toprağı bol olsun. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-ESHFZWqKWNo/UhthFjktSEI/AAAAAAAAC_M/pUs0So3cUQc/s1600/Lincoln_Cabinet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="388" src="http://3.bp.blogspot.com/-ESHFZWqKWNo/UhthFjktSEI/AAAAAAAAC_M/pUs0So3cUQc/s640/Lincoln_Cabinet.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Ensemble</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b>Lincoln</b><br />
Moonrise Kingdom<br />
Starlet<br />
Silver Linings Playbook<br />
The Paperboy<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>Lincoln</b>'daki cast zenginliği bir yana irili ufaklı her rolün son derece aslına uygun ve ciddiye alınarak bedene gelişi takdir kazanacak cinstendi. <b>Wes Anderson</b>'ın anormal karakterlerine can veren oyuncuların tamamı da ayrım yapmaksızın sevdirdi kendisini. Hoş bir bağımsız olan ve tanınmamış oyunculardan harika beslenen <b>Starlet </b>ve oyuncularına çok şey borçlu olan <b>Silver Linings Playbook </b>da kadro performansını filmin özüne yerleştirmiş. Genelde çok kötü eleştiriler alan ama benim haddinden fazla sevdiğim <b>The Paperboy </b>da genel oyuncu performansları açısından yılın en heyecan verici işlerindendi benim için. </div>
<br /></div>
</div>
<div style="margin: 0px;">
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-N6Ies_bccpQ/Uhtl6g8EHPI/AAAAAAAAC_c/LXGNc_JurEQ/s1600/Berberian-Sound-Studio-33261_14.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="344" src="http://3.bp.blogspot.com/-N6Ies_bccpQ/Uhtl6g8EHPI/AAAAAAAAC_c/LXGNc_JurEQ/s640/Berberian-Sound-Studio-33261_14.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Görüntü Yönetmenliği</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b>Berberian Sound Studio</b><br />
Blancanieves<br />
Lincoln<br />
No<br />
Skyfall<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>Berberian Sound Studio, </b>ses üzerine tonlarca oynama yaparken görüntüleriyle de giallo ortamını harika bir şekilde tekrar canlandırıyordu. Filmin kendisini beğenme işini bir kenara bırakın teknik anlamda ne kadar ilham verici olduğunun hakkını vermek gerek. <b>No </b>da özellikle 80'lerin video ortamını canlandırmak konusunda çok başarılıydı. Çoğu zaman arşiv görüntüsüyle kurmaca görüntü arasında ayrım yapmak neredeyse imkansızdı. <b>Lincoln</b>'ün fazlasıyla estetize ama aynı zamanda aslına uygun ışıklarını ve <b>Blancanieves</b>'in yine döneme uygun tercihlerini de takdir etmemek mümkün değil. <b>Skyfall </b>ise onca albenisine rağmen aslen <b>Roger Deakins</b>'in şovuna dönüşmüştü. Bu sene görüntü yönetmenlerinin sayesinde ekstra puan toplayan filmler arasında şunları da sayabiliriz; <b>Farewell My Queen, Lore, La Cinquieme Saison, Life of Pi, Moonrise Kingdom, On the Road, Tabu, The Master, Post Tenebras Lux, Prometheus, House with a Turret </b>ve <b>Zero Dark Thirty</b></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-gBfQ5kUA33I/UhtsCcnksmI/AAAAAAAAC_0/XWcAMdtTrdo/s1600/argo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="314" src="http://4.bp.blogspot.com/-gBfQ5kUA33I/UhtsCcnksmI/AAAAAAAAC_0/XWcAMdtTrdo/s640/argo.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Kurgu</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b>Argo</b><br />
Berberian Sound Studio<br />
No<br />
Post Tenebras Lux<br />
Rust and Bone<br />
Stories We Tell <br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Parlak bir Oscar dönemi geçirince hedef tahtasına döndü. Benim de kişisel tercihlerim arasında tepelerde olmadı ama burada hakkını yiyemem. <b>Argo </b>her şeyini bir kenara bırakın fişek gibi ritmi sayesinde pek çok kişiyi tavladı. Bunun dışında kişisel sularda gezinen <b>Post Tenebras Lux </b>da bu konuda özel bir iş çıkarmıştı. <b>Rust and Bone</b>'la Audiard yine bize hangi noktada ne göstereceğini iyi biliyordu. <b>Berberian Sound Studio, </b>korku atmosferini tüm filme yedirmeyi başarıyordu. <b>No </b>ise çok yönlü anlatımını tek bir dile çevirmeyi başarıyordu. Başlı başına bir montaj harikası (ve projesi) olan <b>Final Cut</b>'tan burada özel olarak bahsetmek gerek. Benzer şekilde <b>5 Broken Cameras</b>'ı da anmak lazım. Bunların yanında <b>Beasts of the Southern Wild, Django Unchained, Goltzius and the Pelican Company, Moonrise Kingdom, End of Watch, Apres Mai, The Raid: Redemption, Zero Dark Thirty </b>ve <b>The Paperboy</b>'u da unutmayalım.<br />
<br />
<b>*Kasım 2013 düzenleme</b> - Stories We Tell adaylar arasına eklendi. </div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-4ZFBCQjlih4/UhttgM3SOuI/AAAAAAAADAA/s6OHN0LTWZo/s1600/anna-karenina-set.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="348" src="http://1.bp.blogspot.com/-4ZFBCQjlih4/UhttgM3SOuI/AAAAAAAADAA/s6OHN0LTWZo/s640/anna-karenina-set.jpeg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Sanat Yönetmenliği</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b>Anna Karenina</b><br />
Cloud Atlas<br />
Lincoln<br />
Les Misérables<br />
Prometheus<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Dönem filmi yapmak ayrı zor, Joe Wright'ın deli fikirlerine ayak uydurabilmek çok daha zor olsa gerek. Hiç durmadan dönüşen, değişen bir set içinde bu kadar incelikli bir iş çıkarmak tam manyakça. Ancak <b>Anna Karenina </b>ekibi tüm bunların altından kalkmayı başardı. Dönem filmi kontenjanından <b>Lincoln </b>ve <b>Les Miserables</b>'in tasarımlarını da bayağı beğendim. Özellikle LesMiz'den çok hazzetmediğim biliniyor. Ancak o dışavurumcu tripler benim hoşuma gitti. <b>Cloud Atlas</b>'ın sanat departmanı bu sene hakkı yenenler arasındaydı. <b>Prometheus </b>ise tasarımlarıyla özellikle türdeşlerine fark atıyordu bence. Sanat yönetmenliği kısmında aklımda kalan yılın iyileri... <b>Beasts of the Southern Wild, Dark Shadows, Django Unchained, Holy Motors, Not Fade Away, La Cinquieme Saison, Blancanieves, </b><b>Goltzius and the Pelican Company, </b><b>House with a Turret, Reality, The Dark Knight Rises, The Avengers, Mirror Mirror </b>ve <b>The Paperboy</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-BWDPYswiah0/Uht2i6haOoI/AAAAAAAADAQ/OKTcarP80Zg/s1600/berberian-sound-studio.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-BWDPYswiah0/Uht2i6haOoI/AAAAAAAADAQ/OKTcarP80Zg/s640/berberian-sound-studio.jpeg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Ses (Miksaj & Efekt) </span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b>Berberian Sound Studio</b><br />
Django Unchained<br />
Les Miserables<br />
Post Tenebras Lux<br />
Neighbouring Sounds<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Ses üzerine onca oyuncağıyla <b>Berberian Sound Studio </b>elbette bu kategorinin de galibi. Anlatımı ve öyküyü destekleyen kullanımıyla <b>Neighbouring Sounds </b>ve <b>Post Tenebras Lux </b>da aynı avantajlarla adaylar arasına girdi. Canlı vokal kaydı gibi zor bir meseleyle ve üstüne pek allengirli sahnelerle <b>Les Miserables, </b>ve Tarantino'nun öyküsünü daha fetişleştirmesini sağlayacak biçimde oynamalarla <b>Django Unchained </b>de bu senenin adı anılması gereken işlerindendi. Geçelim diğerlerine... <b>Anna Karenina, Cloud Atlas, Flight, Life of Pi, Imagine, Moonrise Kingdom, Lore, The Avengers </b>ve<b> Zero Dark Thirty</b></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-BjEXvwuKtbs/Uht210yZ_LI/AAAAAAAADAY/XK5wlrBn6QY/s1600/Weta_Engineer_large.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-BjEXvwuKtbs/Uht210yZ_LI/AAAAAAAADAY/XK5wlrBn6QY/s640/Weta_Engineer_large.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Görsel Efekt</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
The Avengers<br />
Life of Pi<br />
Men in Black III<br />
<b>Prometheus</b><br />
The Dark Knight Rises<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
En 'blockbuster' kategorimize geldi sıra... buradakilere laf etmek mümkün değil. Hepsi çok sağlam işlerdi. Bunlar yanında <b>Skyfall, John Carter, Snow White and the Huntsman, The Hobbit: An Unexpected Journey, Total Recall, The Amazing Spider-Man</b>'i de ekleme yapalım. </div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<span class="Apple-style-span" style="color: blue;"><b><br /></b></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-BFCRq_1dqx4/Uht3ggFyoZI/AAAAAAAADAk/HSPRorpn-YY/s1600/Julia-Roberts-in-Snow-White-2012-Movie-Image-e1318212633892.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="422" src="http://2.bp.blogspot.com/-BFCRq_1dqx4/Uht3ggFyoZI/AAAAAAAADAk/HSPRorpn-YY/s640/Julia-Roberts-in-Snow-White-2012-Movie-Image-e1318212633892.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Kostüm</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
</div>
<div style="margin: 0px; text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Anna Karenina<br />
Cloud Atlas<br />
<b>Mirror Mirror</b><br />
Moonrise Kingdom<br />
The Paperboy<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Bu yıla kadar Tarsem Singh'in filmlerine eşsiz tasarımlarıyla destek olan Eiko Ishioka'nın son çalışması <b>Mirror Mirror </b>burada ödülü kapıyor. Ancak diğer bütün çalışmaların da sahip oldukları janr ve dönemlere dair çok başarılı işler çıkardığını düşünüyorum. Bu konuda bahsi geçebilecek diğer filmlere geçersek... <b>Farewell My Queen, Dark Shadows, Django Unchained, John Carter, Not Fade Away, Les Miserables, Blancanieves, Snow White and the Huntsman, The Hunger Games, A Royal Affair </b>ve <b>Laurence Anyways</b></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-4IctFSJf96U/Uht38YCwThI/AAAAAAAADAs/1NhSZh7A3XY/s1600/lincoln1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="272" src="http://2.bp.blogspot.com/-4IctFSJf96U/Uht38YCwThI/AAAAAAAADAs/1NhSZh7A3XY/s640/lincoln1.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Makyaj</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Holy Motors<br />
<b>Lincoln</b><br />
Men in Black III<br />
Mirror Mirror<br />
The Hobbit: An Unexpected Journey<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Burada makyaj separtmanını tam anlamıyla, yani saç sakal kısımlarını da dahil ederek değerlendirdiğimi söyleyeyim. <b>Lincoln </b>her aşamada olduğu gibi burada da çok titiz ve deli işi bir çalışmaydı. Burada ilk beşe çok yakın olanlar arasında <b>Dark Shadows </b>ve <b>Les Miserables </b>var. Bunun yanında <b>The Hunger Games</b>'in de bu departmanda çok başarılı ve orijinal işler çıkardığını düşündüm. Bahsi geçebilecek diğer filmler arasında <b>Argo, Anna Kareninan, </b><b>Goltzius and the Pelican Company, </b><b>Lawless, Killer Joe, Moonrise Kingdom </b>ve <b>The Paperboy </b>geliyor. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-9S0q475V11k/Uht4f2yX6ZI/AAAAAAAADA0/ORvMz2_EAzo/s1600/Cloud-Atlas-Movie.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="424" src="http://4.bp.blogspot.com/-9S0q475V11k/Uht4f2yX6ZI/AAAAAAAADA0/ORvMz2_EAzo/s640/Cloud-Atlas-Movie.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">Müzik</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Anna Karenina<br />
Beasts of the Southern Wild<br />
Blancanieves<br />
<b>Cloud Atlas</b><br />
Moonrise Kingdom<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Filmde çoğunlukla orijinal müzikler kullanılmasa <b>Alexander Desplat'</b>nın <b>Moonrise Kingdom</b>'da kısıtlı yer bulan bestelerini de buraya koymak istedim. Diğerlerinin hepsi yeterli çoğunlukta kullanıldı ama<b> </b>beni en çok mest eden <b>Cloud Atlas</b>'dı. Bunların dışında müzikal anlamda beğendiğim işler arasında; <b>Argo, Django Unchained, Frankenweenie, John Carter, Lawless, Life of Pi, Lincoln, On the Road, Zero Dark Thirty </b>ve <b>The Master </b>vardı. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-cskRU0bNAnE/Uht5CWz9hoI/AAAAAAAADBE/iA_sNLSqu0w/s1600/the-door.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="410" src="http://4.bp.blogspot.com/-cskRU0bNAnE/Uht5CWz9hoI/AAAAAAAADBE/iA_sNLSqu0w/s640/the-door.jpg" width="640" /></a></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
<b><span class="Apple-style-span" style="color: blue;">2012'nin En Kötüleri</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="margin: 0px;">
Abraham Lincoln: Vampire Hunter<br />
Battleship<br />
<b>The Door</b><br />
Fasle Kargadan (Gergedan Mevsimi)<br />
Fetih 1453<br />
Joyful Noise<br />
Patlak Sokaklar: Gerzomat<br />
Sparkle<br />
Wrath of the Titans<br />
Zenne<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Burada ilk defa en kötüyü seçmekte zorlandım ve <b>The Door</b>'la <b>Zenne </b>arasında kararsız kaldım. Ama <b>Zenne </b>ilk film olduğu için yılların ustası <b>Istvan Szabo</b>'da karar kıldım. Diğerleri hakkında da tek bir laf etmek istemiyorum. Ama sadece şunu söyleyeyim; Whitney Houston'ı son izlediğimiz film keşke <b>Sparkle </b>olmasaydı. Bu yıl başka kötü filmlerden bahsedeceksek... <b>Uzun Hikaye, Dead Europe, Dark Shadows, Snow White and the Huntsman </b>ve <b>Hyde Park on Hudson </b>gibi '<i>güzellikler</i>'den de bahsedebiliriz. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Eh bir senenin filmlerini de bitirdik.. 2013'e dalma zamanı artık. Umarım bu yıl daha fazla vakit ayırabileceğim </div>
<br /></div>
</div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-86128110727252637802013-04-29T17:34:00.003+03:002014-01-09T01:42:41.841+02:00Her korsan bir mi? <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-rX2wngCyRDo/UX6Ecb9E5SI/AAAAAAAAC6U/aJtw1GuL84U/s1600/3d_film_piracy.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-rX2wngCyRDo/UX6Ecb9E5SI/AAAAAAAAC6U/aJtw1GuL84U/s400/3d_film_piracy.jpg" height="266" width="400" /></a></div>
<br />
Twitter üzerinden başlayan bir tartışmayı burada noktalama ihtiyacı hissettim. Zira 140 karakterle derdini anlatmak zor. Hele de böyle tek boyutlu olmayan bir konu hakkında. Her şeyden önce şunu söyleyeyim; 'özgürlük' tanımının cılkını çıkartan 'Korsan bir haktır' yok efendim 'Sanat parasız olmalı' geyiklerine kesinlikle itimat eden biri değilimdir. Sinema paralı bir sanattır kardeşim. Para yoksa film yok, bu kadar basit. Çünkü sıfır bütçeyle film olmaz. Mutlaka bir yerlerden taviz vermen gerekir. Hadi verdin diyelim. O yaptığın işten para kazanamazsan onun devamı gelmez. Ya yan bir sektörden geçineceksin ayrıca ya da yaptığın işin karşılığını alacaksın. Bu kadar basit. Korsan bir hak değildir, sinemacı filmini bedava göstermek zorunluluğunda da değildir.<br />
<br />
Şimdi şu korsan meselesine gelirsek... Geçtiğimiz günlerde Cinemaximum'un sahibi Muzaffer Yıldırım, bu ara Kültür Bakanlığı'nın korsanı engellemek için 'film indirenin internetini kesmek' gibi son derece ilkel bir kanundan bahsetti. Hatta millet sanki sırf Muzaffer Yıldırım bu kanunu fiştekliyormuş gibi ona saldırdı falan. Bunlar da gereksiz hareketler... Her şeyden önce bu konudaki ilk tepkimi buraya da yazayım. Korsan mafyasını engellemeden korsanı durduramazsınız. Devlet 2000'lerin başından beri korsan mafyasına hiçbir şey yapamıyor. Yasal dükkanlarda korsan DVD'ler hala satılıyorken, kimseye para vermeden evinden izlemek istediği şeyi indiren vatandaşın internetini kesmek çözüm olamaz. Çünkü internet kesme cezası mafyayı durduramaz. Dolayısıyla siz bu sefer o vatandaşı korsan satıcılarına yönlendirerek mafyaya para akışı sağlamış oluyorsunuz. Peki insanlar neden sinemaya gitmez...<br />
<br />
İlk bahane elbette parası... İstanbul'da olduğumuz için çok pahalı biletlere maruz kalıyoruz, Anadolu'da fiyatlar o kadar şaşaalı değil ama film seyircisinin büyük kısmı da İstanbul'da ve bilet fiyatları makul bir sebep sayılabilir. Ama sıradan bir seyirci dışındaki bir kitle de var... azınlık ama var. Ben o azınlık içerisindeyim ve kabul etmeliyim ki bazı avantajlarım da var film izleme konusunda. Şimdi o başkalarında olmayan avantajları da sıralayarak Türkiye'de film izleme sorunu üzerine düşünelim.<br />
<br />
Ben basın gösterimlerine davetiye alıyorum. Dolayısıyla ücretsiz, gayet iyi durumda olan salonlarda; vizyona girecek filmleri izleme olanağına sahibim. Elbette ekmeğimi sinema yazarlığından kazanmadığım için hepsine katılamıyorum. (SİYAD üyesi olmadığım için herhangi bir seansa 'bedava giriş kartım' da yok. Sorun da değil zaten veririm parasını) Ancak özellikle iki yıldır salonlarımızın hali sürekli daha kötüye gidiyor. DCP'li salonlarda çok nadir sorunlarla karşılaşıyoruz. Ancak basın gösterimi dışında ne zaman normal bir salonda 35mm kopya izlesem, filmin ilk 10-15 dakikasında görevlilere netlik ve ses konusunda ayar yaptırmak zorunda kalıyorum. AVM'lerde tonlarca salon ve çok az görevli var. Dolayısıyla bu filmlerin kadrajlama, netleme gibi kontrollerini yapmak seyirciye kalıyor. Atlas'ı, Beyoğlu'su vs. gibi bağımsız salonlarda çok daha özenen emektar çalışanlar var, ancak o salonların da teknik altyapısı malumunuz. DCP'li salonlarda ise sadece büyük bütçeli gişe bombalarının oynatıldığını hepimiz biliyoruz. -- Neyse ki bu konuda iyi gelişmeler oluyor ve DCP gösteren salonlar artıyor. (Normal seyircinin cep telefonu, konuşma vs. gibi olaylarına hiç girmiyorum. Zira haftaiçi gündüz seanslarını tercih ediyorum)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-kS8rUynacl4/UX6ETTy_FqI/AAAAAAAAC6M/qNR0XrdGl3A/s1600/simpsons-movie-chalkboard.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-kS8rUynacl4/UX6ETTy_FqI/AAAAAAAAC6M/qNR0XrdGl3A/s640/simpsons-movie-chalkboard.jpg" height="268" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Vizyonun tek sorunu salonlar değil ama. Bugünkü tartışmalara sebep olan NTVMSNBC'deki Hasan Cömert'in yazısında belirttiği gibi Türkiye vizyonu korkunç bir hal almaya başladı. Ve benim gibi azınlıkları bu yelpazenin tatmin etmesine imkan yok. Filmler salonlarda yer bulamıyor, bulduklarında da bir haftadan fazla kalamıyorlar. TV'ler zaten sansürlü. Hem de özel para verip açtırılan sinema kanalları bile... Ben ne yapayım sansürlü sinema kanalını. Altyazı dergisinde DVD editörlüğü yaptığım sırada fark ettiğim bir şey de; Türkiye'de DVD'lerin artık çoğunlukla (şirket ismi vermeyeceğim) 'laf olsun' diye çıkartılması. DVD'lerde de sansürün başladığını ayrıca duymaya başladık. Ben artık Türkiye'den istisnai durumlar hariç DVD almayı kestim. Ancak yurtdışındaki DVD/BluRay'leri alanlara da hükümetin getirdiği yeni vergiler sebebiyle güzel bir 'hoşluk' yapıldığını belirtelim.<br />
<br />
Internetten bedavaya/kimseye para kazandırmadan (evet tek derdi paylaşmak olan garip bir kitle var yeryüzünde) indirmek uzun zamandır bir sinefil için en sağlıklı seçenek gibi gözüküyor. Festivaller sağolsun, yılın belli zamanları göremediğimiz filmlere doyuyoruz. Ben İstanbul Film Festivali'nden akreditasyon alıyorum ve bir şekilde - gerekirse iş almayarak - festivalde 50-60 film izliyorum. Ama herkesin 'hayata 15 gün ara' gibi bir lüksü yok. Mesela bu sene !fistanbul'da benim öyle bir lüksüm yoktu ve sabah 08.00-22.00 set saatleri arasında tonlarca !f davetiyemi yakmak zorunda kaldım. Ha parası olmayanın da delice festivallere katılması yine zor o ayrı. Bir de şunu hatırlamak gerekiyor. Herkes İstanbul'da veya bir büyükşehirde yaşamıyor. (ki zaten diğer büyükşehirlerin hiçbirisi film izleme konusunda İstanbul'un yarısı kadar şansa sahip değil)<br />
<br />
Şu an buna tek çözüm bence internet yayıncılığıdır. ABD'yi örnek alalım. Korsan konusunda acımasızlar ama Netflix'i, iTunes'u, Mubi'si mis gibi çalışıyor. Bizde Netflix henüz yok iTunes henüz dağıtımcılar tarafından çok ciddiye alınmıyor (ki alınması da zor. Bizde biraz fazla üst tabaka işi) Mubi deseniz aynı durumda 10-15 filmle geçinmeye çalışıyor. TV'lere bağlı olan dijital platformlar da yine sansürlü. Ancak yine de bu konuda yapılacak yatırımlar bizi kurtarır. Yukarıdaki sorunların çoğundan kurtuluruz. Belki de film ithalatçılarının çoğu yaygın dağıtıma sokup ek masraflar çıkararak zarar etmekten böyle kurtulur. İnsanlar sinema biletinin yanında cüzzi kalan rakamlara istediği filmleri izlerler. Ki unutmayalım bu bahsettiğim dijital platformlar da yine ancak Türkiye'de hakları alınmış filmleri gösterebilirler. Yani Türkiye'de bir festivalin, dağıtımcının, film ithalatçısının yüzüne bakmadığı bir filmi yine izleyemezsiniz. Yurtdışı festivallerine gitme, yurtdışından DVD getirme gibi bir olanağınız yoksa da o filmi unutun.<br />
<br />
Az önce ABD'yi örnek gösterdim mesela. Oradaki dağıtım meselesi özellikle de Netflix sayesinde bayağı iyi bir durumda. Ancak 2009 yapımı <b>I Killed My Mother</b>'ın daha bu sene sadece New York'ta bir haftalığına vizyona girebildiğini de ekleyeyim. <b>Woody Allen</b>'ın <b>You Will Meet a Tall Dark Stranger'</b>ı 2010'da dünya izledikten sonra bizde daha yeni gösterime girdi. <b>Richard Ayoade</b>'nin çok beğenilen ilk filmi (benim de 2011 top 10'umda) <b>Submarine </b>Türkiye'de ne vizyona girdi, ne festivallerde gösterildi, ne de DVD'si çıktı... Bunlar aklıma gelen ilk örnekler...<br />
<br />
Korsan iyi değildir kabul. Ancak dünya sinemasını takip etmek isteyen birisi için de maalesef bazen tek seçenek olabiliyor... Çünkü herkes ucuza (veya bedavaya) salonda film izleyemiyor, herkes Türkiye hakları alınan filmlerle sınırlı kalmak istemeyebilir, herkes İstanbul'da yaşamayabilir, herkes herhangi bir zamanda bir filme vakit ayırma lüksüne sahip olamayabilir, herkes festivallerde bilet bulacak kadar şanslı olmayabilir, o tıklım tıklım ve sorunlu salonlar yerine evinde harika bir ses sistemi ve çok iyi görüntü kalitesiyle film izlemek isteyebilir, yurtdışına çıkamayabilir, yurtdışından DVD getiremeyebilir... Derse ödev yazmak için kendilerinden istenen film okulun kütüphanesinde olmadığı için tek seçenekleri film indirmek olan sinema öğrencileri tanıdım ben. Onların da mı interneti kesilecek?<br />
<br />
<b>NTVMSNBC'</b>de yayınlanan <b>Hasan Cömert</b>'in tespitlerine katıldığım yazısını da <b><a href="http://www.ntvmsnbc.com/id/25438754">BURADAN</a> </b>okuyabilirsiniz<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-69002032673818013712013-04-12T00:43:00.002+03:002013-04-12T00:43:59.170+03:00Festival Günlüğü 10: Gazlı Pazar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-WAYGV89GVkc/UWcqfsVTRaI/AAAAAAAAC5w/E4szB4oBSLA/s1600/Seidl_Paradies_Hoffnung_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://4.bp.blogspot.com/-WAYGV89GVkc/UWcqfsVTRaI/AAAAAAAAC5w/E4szB4oBSLA/s640/Seidl_Paradies_Hoffnung_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Emek yürüyüşünde gaz, su, taş yemeden hemen önce bir diyet kampında hizaya sokulmaya çalışan gençleri izlemem çok manidar oldu. <b>Ulrich Seidl</b>'ın daha önce de bahsettiğim üçlemesinin son filmi <b>'Umut' </b>(Hoffnung) diğerleri kadar cezbedemedi beni. Aslında metinsel bazda baktığınızda en olgun (çok garip bir şekilde ergenler peşinde koşan bir film için garip bir durum) filmiyle karşımızdaydı. Seidl bu sefer özellikle genç kızların en doğal muhabbetlerini yakalarken - belki de yaş sorun yaratır diye - daha önceki işlerde olduğu gibi oyuncularını zorlama yoluna gitmiyordu. Ancak yine de özellikle ensest meselesine karşı yaklaşımındaki üstü örtülü olma durumu gayet ilginç buluşlara da imza atmasını sağlıyordu. Bu konuda yaratıcılığının hakkını vermek lazım. Film elbette yine de iyiydi, ama beni diğerleri gibi çarpmadı.<br />
<br />
O gün izlediğimiz bir diğer film ise <b>Cannes</b>'dan ödüllü <b>In the Fog </b>(Sislerin İçinde) oldu. İç şişiren yavaşlığına rağmen <b>Sergei Losnitza</b>'nın mizansenleri ve özellikle de öykünün çatısı oldukça güçlüydü, ama diyaloglar ve höt höt aktörlerdeki teatrallik can sıkıcı bir hava yaratıyordu. Yine de savaş filmleri içinde ayrı bir yerde duracak bir iş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-yae7IY26DZk/UWcseYcPiuI/AAAAAAAAC54/Q670Re57XGo/s1600/emekbizim.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="http://1.bp.blogspot.com/-yae7IY26DZk/UWcseYcPiuI/AAAAAAAAC54/Q670Re57XGo/s640/emekbizim.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
İkinci Dünya Savaşı'ndan İstiklal Meydan Muharebesi'ne geçelim... Maalesef çok güzel başlayan bir yürüyüş çok tatsız bir şekilde bitti. Gayet barışçıl bir grup bir kez daha bıkmadan usanmadan sesini duyurmak istedi, ancak polis amca basit bir 'sokağa girme' isteğine gaz ve suyla karşılık verdi. Sonunda ortalık savaş alanına döndü ve arkadaşımız <b>Berke Göl</b>'le birlikte üç kişi daha gözaltına alında. Sonrası da karakol önü nöbetiydi.. Özellikle Twitter'dan beni takip edenler o gün yaşadıklarımızı biliyorlar. <b>Emek Sineması</b>'nı entelejans tayfanın gereksiz saplantısı olarak görenlere hiçbir şey diyemem. Ama, hadi sinemayı bir kenara bırakalım, her tarafımızın AVM'lerle donatıldığı ve giderek iğrenç bir yüze sahip olan bir şehrin eskiden kültür sanat merkezi olan bir caddesinin tamamen ölmesine insanlar nasıl tepki göstermez anlamıyorum. Tabii kendi mahallesine takmayan adam hiç gelmediği bir caddeyi neden savunsun, o da var.<br />
<br />
Olaylar iyi mi oldu, kötü mü, bilemiyorum. Evet daha çok ilgi çekti ve başka gruplar da işin içine dahil oldu. Bundan sonra muhtemelen çok daha 'görkemli' gösteriler bizi bekliyor olacak. Ancak o gün haberlere panzerler ve gaz bombalarının yerine keşke <b>Costa-Gavras</b>'ın, <b>Serra Yılmaz</b>'ın, <b>Derya Alabora</b>'nın ve daha katılan pekçok değerli ismin konuşmaları ve istekleri yansısaydı.<br />
<br />
Bu Pazar yine Taksim'deyiz... isteğimiz yürümek ve sokağa girmek değil. Etrafı yakıp yıkmak da değil. Bu hatadan geri dönülmesi ve Beyoğlu konusunda biraz daha sağduyu...K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-41398312883772416272013-04-12T00:19:00.001+03:002013-04-12T00:19:58.081+03:00Festival Günlüğü 9: Hayallerinin peşinde<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-_D5ZrpnALUc/UWch5OIKtSI/AAAAAAAAC5M/o5HKWBDmX_8/s1600/nairobi-half-life_01.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-_D5ZrpnALUc/UWch5OIKtSI/AAAAAAAAC5M/o5HKWBDmX_8/s640/nairobi-half-life_01.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Uluslararası yarışmanın kofti filmlerinden <b>'Yarım Kalan Hayat' </b>(Nairobi Half Life) aslında oldukça sempatik bir film. Oyuncu olma hayalleriyle köyünden Nairobi'ye göçen ve daha ilk dakikada sert gerçeklerle yüzleşen bir gencin hikayesini anlatan film, bir yandan da sıkmayan bir suç filmi şeklinde ilerliyor. Mwas'ın sempatik öyküsü aslında oldukça eli yüzü düzgün çekilmiş bir iş. Ancak her yönüyle çok bilindik, çok vasat ve heyecan vermekten uzaktı. Kenya'dan çok fazla film çıkmadığını düşünürsek, bu derece anaakım bir sinemayı teknik açıdan sorunsuz halletmesi bir artı gibi gelebilir. (Evet Kenya'nın filmi bile bizimkilerden daha sorunsuz) Ama sonuçta ne olursa olsun basit bir TV filmi var karşımızda. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-L_cpuSBtOk4/UWch8P28DHI/AAAAAAAAC5U/WF9R4cqRk30/s1600/karnaval.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://4.bp.blogspot.com/-L_cpuSBtOk4/UWch8P28DHI/AAAAAAAAC5U/WF9R4cqRk30/s640/karnaval.jpeg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Ulusal Yarışmanın tek 'şirin şeker' işi <b>Karnaval, </b>muhtemelen bu sebeple tamamen görmezden gelinecek. Ancak bir romantik komedi olması ve ciddiye alınmayacak olması kötü bir film olduğunu da göstermiyor. Özellikle ana karakteri Ali Sinan'ın samimi hallerine inandığımı belirtmem gerek. <b>Can Kılcıoğlu</b>'nun ilk filminde sessiz sakin bir mizahla, yerli yerinde tercihleriyle işini kotarıyor olması hoşuma gitti. <b>Serdar Orçin, Tülin Özen </b>ve <b>İpek Bilgin</b>'i de gayet başarılı bulduğumu belirtmek isterim ayrıca. <b>Karnaval </b>sonlarda biraz fazla hızlı toparlıyor ve bence bir de kadın karakterini de Ali Sinan kadar iyi çizemiyor. Ama onun dışında son derece temiz bir iş olduğunu düşünüyorum. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-2aER9wnEsMw/UWciEwGQ5yI/AAAAAAAAC5c/3HG5W8Rr2gM/s1600/WhatRichardDid_12.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-2aER9wnEsMw/UWciEwGQ5yI/AAAAAAAAC5c/3HG5W8Rr2gM/s640/WhatRichardDid_12.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Festivalde yine oldukça 'temiz' bulduğum işlerden birisi de <b>'Ne Yaptın Richard?' (</b>What Richard Did) oldu. Hiçbir şekilde orijinal bir şey yok öykünün içinde. Ancak Richard'ın tanıtılma biçimi, karaktere fazlasıyla sakin ve sabırlı bir şekilde yatırım yapılıyor oluşu ve en nihayetinde vicdan sorgulama aşamasında gösterdiği olgunlukla film beni etkiledi. <b>Lenny Abrahamson</b>'ın kendinden emin rejisi, öyküye hizmet eden ve daha fazlasına gereksiz süslere kalkışmayan montaj tercihleri ve en nihayetinde oyuncuları filmin değerini de artırıyor şüphesiz. Ne melek, ne şeytan ama pek de kolay kolay rastlayamayacağımız olgunluktaki Richard rolünde <b>Jack Reynor </b>ve özellikle babası rolündeki <b>Lars Mikkelsen</b>'i de ayrıca beğendim. <i>Ne Yaptın Richard?, </i>tıpkı ana karakteri gibi son derece olgun, temiz ve vicdanlı bir film.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/--EsBqvuKLSE/UWciggbWg0I/AAAAAAAAC5k/QyQY_czFcr4/s1600/its_all_so_quiet_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://4.bp.blogspot.com/--EsBqvuKLSE/UWciggbWg0I/AAAAAAAAC5k/QyQY_czFcr4/s640/its_all_so_quiet_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Muhtemelen izleyenlerin çoğu bu filmi izlerken 'illallah' çekti ama <b>It's All So Quiet </b>(Her Şey O Kadar Sessiz ki) benim bu festivalde aklımda en çok kalan filmlerden birisi olacak. <b>Nanouk Leopold </b>daha önceki işlerini ıskaladığım bir yönetmen... Evet biraz fazla 'klasik' art house takılıyor ama derdini çok iyi bir sinemayla anlatıyor. Bir baba oğul ilişkisi üzerine yoğunlaşan film zaman içinde filme ana karakteri Helmer'in bastırılmış cinselliğini de yediriyor. Filmin uyarlandığı materyali bilmiyorum ama son derece yavaş olmasına rağmen gayet akıcı bir şekilde ana karakterinin derdini de size aktarıyor. Özellikle başroldeki <b>Jeroen Willems</b>'ın çıkardığı performansa da bayıldığımı belirtmem lazım. Bu arada bir not; kendisi geçen yıl geçirdiği ani bir kalp kriziyle de ölmüş. Zaten film de ona adanmış vaziyette. Önceki rollerini bilemeyeceğim ama bu güzel bir jübile olmuş, toprağı bol olsun.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-16370457425811777012013-04-10T13:34:00.000+03:002013-04-10T13:34:06.936+03:00Festival Günlüğü 8: Yolların Ağırlığı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-2irqQPuTJ44/UWUw6pbp59I/AAAAAAAAC4w/TcNr8djewIQ/s1600/Dead_Europe_03.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://4.bp.blogspot.com/-2irqQPuTJ44/UWUw6pbp59I/AAAAAAAAC4w/TcNr8djewIQ/s640/Dead_Europe_03.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Hep iyi filmler görecek kadar şanslı değiliz elbette. Altın Lale için yarışan <b>Dead Europe</b> da bu yılın en gereksiz, saçmasapan işlerinden birisi. 80 dk.lık süresine her türlü festival klişesini sığdıran film tam bir aşırı doz etkisi yaratıyor bünyede. Köklerine geri dönüş, eski günahlar, yabancı ülke turizmi, varoşlar, çöplükler, fakir topluluklar, otantik tipler, doğal güzellikler, turistik sekanslar; Yahudi soykırımı, göçmen olma durumları, kaçak yaşamlar, gay karakter, üçlü seks, seks köleliği, seks kulüpleri, uyuşturucu, Fransız burjuva tipler, mafya babaları ve daha neler neler... Ne ararsanız var bu yol hikayesinde. Ancak her şey tek boyutlu, son derece klişe bir de bunlara eklediği 'Altıncı His' meseleleriyle vicdan sorgulaması yapması yok mu? Cidden ben bu kadar samimi olmayan ve bir şeye odaklanmasını beceremeyen bir şey seyretmemiştim. <b>Tony Krawitz </b>şık görüntüler yakalamayı beceriyor ama görmek istediğimiz bir sinemaya yaklaşamıyor bile. Filmin tek ilginç yanı, artık iyice büyümüş <b>Kodi Smit-McPhee'</b>yi farklı bir rolde görmekti sanırım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-ZiT36B6hWl4/UWUw_68QrQI/AAAAAAAAC44/6ZEh-cwRYw8/s1600/ozur_dilerim_2.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="368" src="http://3.bp.blogspot.com/-ZiT36B6hWl4/UWUw_68QrQI/AAAAAAAAC44/6ZEh-cwRYw8/s640/ozur_dilerim_2.png" width="640" /></a></div>
<br />
Muhtemelen <b>Ulusal Yarışma</b>'nın en kötüsü olan filmimiz ise ilk filmi <b>Eylül</b>'le hatırı sayılır hayranı(!!!) olan <b>Cemil Ağacıkoğlu</b>'nun yeni filmi <b>Özür Dilerim. </b>Filmin başrol oyuncusu <b>Güven Kıraç </b>aynı zamanda yapımcı koltuğunda da yer alıyor. Bu film üstüne hiç yazasım yok açıkçası. Tam bir vakit kaybı. Anlattığı şeyi son derece değersizleştiren, beceriksiz bir senaryo ve kötü bir sinemayla karşı karşıyayız. <b>Güven Kıraç</b>'ın buradaki performansını ise takdir etmek lazım. Muhtemelen tıbbi açıdan bakıldığında çok doğru bir portre çizdiğine de eminim. Ancak çevresindeki dünyanın sıfır farkında olan, düşünemeyen, hissettiklerini gösteremeyen, bakışlarını bile odaklayamayan bir özürlü karakter maalesef bir filmin ana lokomotifi olmak için fazlasıyla 'boş.'<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-wbJRyvpABIU/UWUxKT7zlZI/AAAAAAAAC5A/-bs5lqwK_w8/s1600/SaroyanLand_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="274" src="http://2.bp.blogspot.com/-wbJRyvpABIU/UWUxKT7zlZI/AAAAAAAAC5A/-bs5lqwK_w8/s640/SaroyanLand_3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Ulusal Yarışmanın kayda değer düzgün işlerinden biri ise <b>Lusin Dink</b>'in ilk yönetmenlik denemesi olan <b>Saroyan Ülkesi</b>'ydi. Ermeni asıllı Amerikalı ünlü yazar William Saroyan'ın memleketi Bitlis'e olan yolculuğu ana omurgası olarak belirlemiş olan bu belgesel Saroyan'ın metinlerinden aldığı parçaları sanki tekmiş gibi birleştirip 'yuva' meselesi üzerine bir yol hikayesine dönüştürüyor. Flashback sekansları, aralara eklenen duygusal söyleşilerle oldukça temiz bir anlatım yakalıyor ve nihayetinde Saroyan'ın atalarının yaşadığı sokaklara da ulaşıp temsili bir gölge eşliğinde oraları da ziyaret ediyor. İçinde bulundurduğu melankoli duygusunu çok iyi vermeyi başaran, bu sırada sarf etmek istediği lafları direkt ya da dolaylı yoldan başarılı bir şekilde hissettiren film, bu yılki ulusal yarışmanın yüzakı işlerinden.<br />
<div>
<br /></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-QcZleNQzKfc/UWUw43z6sJI/AAAAAAAAC4o/4gkXJxzZMaA/s1600/house_with_a_turret_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-QcZleNQzKfc/UWUw43z6sJI/AAAAAAAAC4o/4gkXJxzZMaA/s640/house_with_a_turret_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Altın Lale peşinde koşan ve genel bir beğeniyle karşılaşan filmimiz ise <b>Kuleli Ev (Dom s Bashenkoy)</b>... Eva Neymann'ın çektiği bu film ilk aşamada siyah beyaz ve çok şık görüntüleriyle gayet tavlayıcı gözükebilir. Ancak tek meziyeti güzel görüntü yakalamak değil elbette. Savaş Rusya'sında bir çocuğun yolculuğunu anlatan film, farklı tavırda anlatımlar yakalıyor ancak sinema dili konusunda dönemin ruhunu çok iyi bir şekilde yansıtmayı beceriyor. Yine döneme dair farklı anlayışları ve bakış açılarını yarattığı tiplemeler yoluyla aktaran film müthiş bir seyir zevki yaratırken bu yıl izlediğimiz en orijinal işlerden birisi olup çıkıyor. Yine de soğuk ve mesafeli tavrına ek olarak ucundan deneyselliğe kaçan yönleriyle herkese göre olmadığını da söyleyebilirim. Yine de bu yılın en akılda kalıcı işlerinden.<br />
<br />
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-68309343591100618122013-04-10T12:14:00.001+03:002013-04-10T12:14:19.112+03:00Festival Günlüğü 7: Radio Maria'dan nağmeler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-41Yr2myX9dE/UWUrj1w9qKI/AAAAAAAAC4E/JRtojZ3sbdA/s1600/paradise-faith_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="362" src="http://4.bp.blogspot.com/-41Yr2myX9dE/UWUrj1w9qKI/AAAAAAAAC4E/JRtojZ3sbdA/s640/paradise-faith_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Cennet </b>üçlemesinin ikinci filmi - geçtiğimiz sene Venedik Film Festivali'nde gösterilen - <b>Paradies: Glaube </b>(İnanç), <b>Aşk </b>sonrası yine bir grup seyirciyi bolca rahatsız etti ama bir o kadar da eğlendirdi. <b>Ulrich Seidl</b>'ın burada çıkardığı işi <b>Aşk</b>'a göre bir gıdım daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim. Arıza derecesinde katolik bir kadının (Anna Maria) evde tek başına yaptığı ibadetler, arada bunlara katılan arkadaşları ve elbette kadının misyonerlik yapmak için kapı kapı dolaşmasıyla başlayan film birden eve müslüman ve kötürüm hacı bir amcanın gelmesiyle ayrı bir absürd boyuta geçiyor. Nabil karakterinin, Anna Maria'yla olan ilişkisi ise oldukça belirsiz bir şekilde tanımlanıyor. Belli ki Seidl filmin çekimleri sırasında farklı alternatifler üzerinde çalışarak Nabil'i ve Anna Maria'yla olan ilişkilerini sette şekillendirmiş. Zira ilk sahnede bir 'yasak ilişki' iması yapılmasına karşın, sonrasında Nabil ve Anna Maria'nın kocası olduğu bilgisi veriliyor bize. Bu değişkenlik aşamasında film sürekli bir seviye daha yukarı çıkıyor sürekli. İki zıt karakterin arasındaki çatışmalar her seferinde daha da hiddetleniyor ve <b>Aşk</b>'ın tek sorunu olan 'tekrar' hissi de kayboluyor. Oldukça zorlayıcı, kışkırtıcı sahnelerin varlığından bahsetmeye bile gerek yok. Ve harika performanslar çıkaran <b>Maria Hofstatter</b> ile <b>Nabil Saleh</b>'i de ayrıca alkışlamak lazım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-KOUPNA6r_qo/UWUrtj8dZzI/AAAAAAAAC4U/rtmkj9w6zCs/s1600/TheFifthSeason-Still_10.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="272" src="http://4.bp.blogspot.com/-KOUPNA6r_qo/UWUrtj8dZzI/AAAAAAAAC4U/rtmkj9w6zCs/s640/TheFifthSeason-Still_10.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Daha önce <b>Khadak </b>ve <b>Altiplano</b>'yla takibe aldığım <b>Peter Brosens </b>ve <b>Jessica Hope Woodworth</b> çiftinin son filmi <b>La Cinquieme Saison </b>(Beşinci Mevsim) önceki filmlerin aksine çiftin yaşadığı Belçika'da geçiyor. Daha önce de mekanları çok iyi kullanan çift burada da kendine has bir köyü farklı bir temsille karşımıza çıkarıyor. İklim değişikliği fikrinden çıkarak baharın gelmemesi üzerine giden film, bir köy halkının giderek dibe vurmasını ve içlerindeki farklı bakışları sindirememesi üzerine çok etkili bir masal. <b>Mayınlı Bölge </b>olduğunu da hatırlatarak filmin herkes tarafından beğenilmediğini de eklemek lazım. Ancak benim için; lafını uzatmaması, konvansiyonel bakış dışında tıkır tıkır çalışan bir anlatımı olması, kışkırtıcı öyküsüyle bu yılki festivalin en iyi işlerinden birisiydi. Tekrar tekrar izlenesi. Aslında üçlemeyi toptan bir tekrar etmeli.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-rUsnJcts6aI/UWUroDL_0gI/AAAAAAAAC4M/JnjOlamP8NU/s1600/soguk_9.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="266" src="http://3.bp.blogspot.com/-rUsnJcts6aI/UWUroDL_0gI/AAAAAAAAC4M/JnjOlamP8NU/s640/soguk_9.jpg" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<b>Uğur Yücel </b>de Kars'ın o büyüleyici atmosferinden öykü çıkaranlar aslında. Yücel'den, ilk filmi <b>Yazı/Tura</b>'dan sonra maalesef beklediğim performansı göremediğimi belirtmem gerek. <b>Soğuk </b>da kesinlikle tam olmuş bir iş değil. Öykünün gereksiz ayrıntılara boğulduğu anlar mevcut. Dahası <b>Yücel</b>'in filmi ağır bir tempoda tutmak için gösterdiği anlamsız çaba fazlasıyla göza batıyor. Neden o tüm zorlama, yavaş kamera hareketleri üzerine taktığını bir türlü anlayamadım ama anlatım açısından iyi bir sinema yok karşımızda. Ancak <b>Soğuk</b>'un meziyetleri de var. Şaşırtıcı değil elbette, Yücel oyuncularından üzerinde konuşulacak performanslar çıkarıyor. <b>Ezgi Mola, Şebnem Bozoklu </b>gibi tanıdık isimler akılda kalıcı işler çıkarmış. İlk kez gördüğüm<b> Cenk Medet Alibeyoğlu </b>da tatmin edici. Ancak kadronun en iyisi <b>Ahmet Rıfat Şungar. </b>Çok çok iyi. Filmin yabancı oyuncuları içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yücel'in bir başka alışık olduğumuz meziyeti olan 'iyi diyaloglar'dan oyuncuların hepsi çok iyi faydalanıyor. <b>Soğuk, </b>Berlin'den aldığı sert tepkileri kesinlikle haketmeyen bir film. Ancak tam hedefini bulduğunu söylemek zor. Filmin ritmi çok aksıyor ve anlatım olarak da vasatın üstüne çıkamıyor. Yine de Yazı/Tura'dan sonra Yücel'in yaptığı en düzgüne yakın iş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-lYVCbt9Nu3I/UWUr1Ryly1I/AAAAAAAAC4c/4oRDsuYhoKk/s1600/The_Gatekeepers_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="394" src="http://2.bp.blogspot.com/-lYVCbt9Nu3I/UWUr1Ryly1I/AAAAAAAAC4c/4oRDsuYhoKk/s640/The_Gatekeepers_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu yıl Oscar sezonunun gözde belgesellerinden <b>The Gatekeepers </b>ise röportaj odaklı bir film, ve sanırım <b>The Terror's Advocate'</b>ten sonra bu alanda gördüğüm en güçlü, en tokat gibi film. Şu ana kadar hiç seslerini duymadığımız 'bekçiler'in Ortadoğu'da geçen onyılları aydınlattığı film tam bir kurgu harikası. Dahası röportajların kışkırtıcı niteliği de tam ayarında. Karşısındakileri oldukça zorlayan ve üzerine konuşulması gereken ifadeleri almayı başaran bu yılın en iyilerinden. K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-90253623495873100732013-04-08T10:09:00.000+03:002013-04-08T10:09:08.874+03:00Festival Günlüğü 6: Cennetten bir köşe<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-TuPXs1M618U/UWJrgSxNBJI/AAAAAAAAC3o/G4x0Ij5Y3Ck/s1600/paradise_love_1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://2.bp.blogspot.com/-TuPXs1M618U/UWJrgSxNBJI/AAAAAAAAC3o/G4x0Ij5Y3Ck/s640/paradise_love_1.jpg" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<b>Ulrich Seidl</b>'ın çok konuşulan <b>Paradies </b>üçlemesinin ilk ayağına ilgi büyüktü. Geçtiğimiz <b>Cannes </b>Film Festivali'nde ilk kez gösterilen Cennet'in Aşk'ı (<b>Liebe) </b>benim de izlediğim ilk Seidl filmi oldu. Sanırım devamını da getireceğim, çünkü adamı çok beğendim. Genel bir akış içermesine rağmen tamamen planlı bir yapıdan uzak ve hatta filme çekme süreci içerisinde değişiklikler yapacak kadar da esnek bir senaryo anlayışıyla kotardığı filmlerinde mümkün olduğunca gerçek mekan ve oyuncu olmayan insanları kullanan bir adam bu ve işini de çok iyi yapıyor.<br />
<br />
<b>Liebe, </b>Kenya'daki seks turizmine esprili bir gözle bakarken bir yandan da modern dünyadan tiplerin kendilerine güveni üzerine de laflar sarfediyor. Bunun için orta yaş üstü kadınları kullanıyor. Ana karakterimiz de fiziksel görünüşüne bakılmadan sevilmek isteyen birisi. Cennet üçlemesinde her filmin başlığı farklı anlamlarda da kullanılıyor aslında. Burada da 'aşk' meselesi doğal olarak duygusal bir yanı olmasının yanında daha fiziksel bir yöne de kayıyor. Öykücükler arasında tekrar hissi zaman zaman yaratsa da Teresa karakterini ufak ölçekte bir içsel yolculuktan geçiriyor ve zaman zaman da ana karakterini uç noktalara taşımaktan çekinmiyor. <b>Margarete Tiesel</b>'in performansı başta olmak üzere film son derece iyi, inandırıcı ve gerçek oyunlarla karşımıza çıkıyor. Festivalde kaçırdıysanız mutlaka göz atmaya çalışın, üçlemenin en kolay içine girilen filmi de bu, devamını getirmek size kalmış.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-6YZ9DgvKIds/UWJroPvJy4I/AAAAAAAAC3w/SCcS6UpFAyk/s1600/before_midnight_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://2.bp.blogspot.com/-6YZ9DgvKIds/UWJroPvJy4I/AAAAAAAAC3w/SCcS6UpFAyk/s640/before_midnight_3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Avusturya'lı bir kadının Kenya ziyaretinden sonra şimdi de daha tanıdık yüzlerin Yunanistan ziyaretine bakalım. Jesse ve Celine'in üçüncü macerası <b>Before Midnight </b>ilk filmden 18 yıl sonrasını ele alıyor. <b>Richard Linklater, </b>ilk filmi yaptığında bu kadar kült bir seri yaratacağının farkında mıydı bilmiyorum ama bence <b>Before Sunset, </b>Sunrise'a değer katan ve seriyi asıl özel kılan şeydi. Tabii ki herkes için bu durum göreceli. Artık beraber yaşayan ve dahası çocuklanan<b> </b>Jesse ve Celine, bu sefer tanışmak ya da arayı kapatmanın dışında uzun süreli bir ilişkinin de muhakemesini yapıyorlar. Linklater, <b>Julie Delpy </b>ve <b>Ethan Hawke</b>'la birlikte yazdığı filmde bize bir ilişkinin varabileceği olumsuz noktaları da göstermekten çekinmiyor ama yine de hala filmin biraz 'pembe' olduğunu söylemekte fayda var. Filmin diğerlerinden en büyük farkı ise Yunanistan'daki tatil sırasında bu sefer sadece ikiliye değil, başka ilişkilere de göz atması. O kadar odak dağıtacak şekilde bir tercih değil bu. Ancak çok yerinde kullanıldığı da bir gerçek. Şunu düşündüm filmi izlerken; bir ilişkiye ilk adımlarınızı ne kadar dışarıdan bağımsız, 'yalnız' atarsanız atın illa ki bir noktada hayatınızda yan figürlere ihtiyaç oluyor. Sizin ihtiyacınız olmasa bile onlar giriveriyor. O mahremiyeti tekrar yakalamak - hele bir de çocuklar eklenince - imkansız hale geliyor. Burada da o durum var. <b>Before Midnight, </b>önceki filmlerde ne bulduysanız aynısını veren bir çalışma. Aralarda tercih farklılıkları olabilir. Ben şahsen Sunset'ten sonra ikinci sıraya bunu koyarım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-WVKSY44z4uQ/UWJrxc9X10I/AAAAAAAAC34/B1As7EhpdtI/s1600/casting_by_7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-WVKSY44z4uQ/UWJrxc9X10I/AAAAAAAAC34/B1As7EhpdtI/s640/casting_by_7.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
<b>Casting By </b>tam anlamıyla bekleneni veren bir TV belgeseli. Belgeseller açısından hiçbir özelliği yok. Gayet iyi çalışılmış, mümkün olduğunca sistematik ilerlemeye çalışan bir yapısı var. Ama en önemli özelliği kolay kolay bulamayacağımız arşiv görüntülerini bize altlarını çize çize göstermesi. Hollywood'un efsane casting director'ü <b>Marion Dougherty</b>'nin kariyeri üzerinden bir sinema sektöründe işlerin nasıl gittiğini ve tarih içerisinde değişen anlayışları açık bir şekilde aktarırken, film bir yandan da son 50-60 yılın ayrıntılı hesaplarını ve Hollywood'daki sistemsel bozuklukları aktarıyor. Şu anda önünde saygıyla eğildiğimiz önemli oyuncuların ilk işlerini nasıl aldıklarını öğrenmek ve en önemlisi o görüntüleri izlemek ise paha biçilemez. Film, belki hayatımızı değiştirmiyor, sorgulamıyor ama kesinlikle eğlendiriyor.<br />
<br />
Bugün aslında Ulusal Yarışma'dan <b>Soğuk, Yozgat Blues </b>ve <b>Saroyan Ülkesi</b>'ni de izledim ama yarışma başlayana kadar onlarla ilgili bir şey yazmak istemiyorum.<br />
<br />
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-71507969371400819412013-04-07T10:23:00.001+03:002013-04-07T10:23:39.636+03:00Festival Günlüğü 5: Mike Figgis'in Günü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-0W1uzm8f4vM/UWEd_krmK-I/AAAAAAAAC3U/OpM8Kd7n698/s1600/suspension_of_disbelief_7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-0W1uzm8f4vM/UWEd_krmK-I/AAAAAAAAC3U/OpM8Kd7n698/s640/suspension_of_disbelief_7.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu yıl festivalin özel konuklarından <b>Mike Figgis</b>'in <i>Ustalar </i>bölümünde gösterilen son filmi <b>Suspension of Disbelief, </b>eleştirmen tayfasından çok yüz bulamadı. Duyduğuma göre gösterimlerdeki seyirci tepkisi ise çok daha olumluymuş. Ancak geçen gün bir arkadaşla lafladık, sanırım bu filmden gerçekten zevk almak için biraz sektöre de bulaşmış olmak gerekiyor olabilir. Şahsen ben oldukça eğlendim. Öykü dünyası ve dışını, <i>gerçeklik </i>üzerinden resmeden Figgis, haliyle şüphe, paranoya vs. gibi hislerle yüklediği karakterleri izlemek hoşuma gitti benim. Figgis, o günkü söyleşisinde yeni türler yaratmak üzerine de konuşmuştu. <b>Suspension of Disbelief, </b>pek çok şeyle oynuyor ama bu konuda bir atılım yaptığını ise söylemek güç. Zira film, aslen noir'ın izinden gidiyor açık bir şekilde. Bunun içine sinema gerçekliği gibi ayrıksı bir algıyı koyarak neo-noir olgusunu biraz süslüyor. Biraz bu açıdan baktığınızda <b>Mulholland Dr. </b>ile uzaktan akrabalık ilişkileri de kuruyor gibi de... onun ulaştığı yere ulaşamıyor o başka. Yine de film içinde Figgis'in yarattığı oyunlar ve sık sık seyircinin algısıyla oynaması oldukça keyifli bir seyirlik de sağlıyordu.<br />
<br />
Aslen dijital kamerayla henüz barışamamış olsam da, Figgis'in şu aleti 35 mm yanılsaması yaratmaya çabalayarak kullanmaması da ayrı bir takdirimi kazanıyor açıkçası. Filmin görüntü yönetmenliğini de, tüm bilinçli falsolarına rağmen sevdiğimi belirtmem gerek. <b>Lives of Others</b>'dan tanıdığımız <b>Sebastian Koch </b>bu sefer bir senaryo yazarı olarak işin merkezinde, ama filmin asıl yıldızı <b>Lotte Verbeek. </b>Daha önce <b>Nothing Personal</b>'da resmen seyirciyi döven bir performans sergileyen Verbeek, burada daha çok karizmasıyla ve aurasıyla ortalığı kasıp kavuruyor. Ancak femme fatale/kurban kadın ikileminde o kadar kolay taraf değiştiriyor ki, hayran olmamak elde değil.<br />
<br />
Son dakikada programa eklenen ve Figgis'in pek bilinmeyen bir diğer filmi, <b>Love Live Long </b>ise biraz hayal kırıklığı oldu benim için. Çok daha kalitesiz bir kamerayla doğaçlama üzerinden giden film, bir türlü o çok parlak noktaya ulaşamıyor. İki sorunlu kişiliğin İstanbul'da karşılaşmasını anlatan film standart bir 'yurtdışında rastladılar, bağlandılar' gibi bir önermeyle başlıyor ama sonunda vardığı nokta oldukça ilginç. Bu arada iki karakterin filme çekilmeleri konusunda; belgesel, kişisel günlük ve normal bilindik anlatım teknikleri arasında sürekli kaymalar yaşanması da filmin dikkate değer unsurlarından. Filmde parlayan noktalar var ama dediğim gibi genel anlamda etkileyici olmaktan uzak bir deneme olarak aklımda kalacak sanırım.<br />
<br />
Geçtiğimiz Salı resmen Mike Figgis günüydü. Günün sonundaki konserine katılmadım ama bu gösterimler, Q&A'ler ve elbette sinema söyleşileriyle tüm günümü Figgis'e ayırdım. Ve pişman değilim. Özellikle master class'a katılmayanlar çok şey kaçırdılar. Onunla ilgili ayrıntıları ise <b>Filmlerim.com'</b>a yazdım. <b><a href="http://www.filmlerim.com/makale/12620/2013-festival-raporu-mike-figgis-her-yerde">BURAYA TIKLAYARAK</a></b> ulaşabilirsiniz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-a2v8WB4fC5I/UWEeKTmE6lI/AAAAAAAAC3c/unl6uRpR_O0/s1600/mike-figgis-istanbul-festival.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://3.bp.blogspot.com/-a2v8WB4fC5I/UWEeKTmE6lI/AAAAAAAAC3c/unl6uRpR_O0/s400/mike-figgis-istanbul-festival.JPG" width="400" /></a></div>
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-45804610547574666502013-04-06T17:16:00.001+03:002013-04-06T17:16:39.870+03:00Festival Günlüğü 4: Goltzius'un marifetleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-h43h9WoKE40/UWAs-0AeweI/AAAAAAAAC2w/mEK5I3DQISI/s1600/Goltzius-and-The-Pelican-Company-film-00.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="346" src="http://2.bp.blogspot.com/-h43h9WoKE40/UWAs-0AeweI/AAAAAAAAC2w/mEK5I3DQISI/s640/Goltzius-and-The-Pelican-Company-film-00.jpg" width="640" /></a></div>
<b><br /></b>
<b>Peter Greenaway </b>hep alternatifti ama son zamanlarda filmlerine daha da zor rastlar olduk. <b>Goltzius and the Pelican Company </b>de, ustanın sinemada bir şeyler yaratma - ve hatta artık ölme noktasına gelen bir medium'u canlandırma ve elbette yeni mediumlar üzerine oynama konusunda - son marifeti. Matbaanın daha üvey evlat olduğu dönemlerde bir tiyatro grubunun, eski Ahit yorumları üzerinden sansür, hoşgörü, iktidar gibi meseleler üzerine giden ve bir sonraki adımı tahmin edilemeyen muazzam bir iş. Bu filmin en görünür alternatifliği insanlara aşırı çıplaklık gibi gelebilir. Ancak bundan çok daha fazlası var kafaları karıştıran ve hatta kışkırtan. Yasaklar ve toplumsal duvarların yıkılması için dökülen sözler, yaratılan temsiller çok daha zorlayıcı bir hal alabiliyor. Bunun yanında Greenaway film boyunca klasik anlatıyı yıkmak için de elinden geleni yapıyor. Film aslında etkileyici bir video art formunda diyebiliriz. Referans alınan tablolar, vurucu sloganlar, teatral mizansenler hepsi birleşerek sinemasal anlatının ne kadar uç noktalara daha çekilebileceğini gösteriyor. <b>Goltzius, </b>bu yılın şaraplarından birisi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-ehhNUH_SOik/UWAtJ6bglfI/AAAAAAAAC24/n2g7HWZODBQ/s1600/boy_eating_the_birds_food_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://1.bp.blogspot.com/-ehhNUH_SOik/UWAtJ6bglfI/AAAAAAAAC24/n2g7HWZODBQ/s640/boy_eating_the_birds_food_3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Yunan sineması son dönem favorilerim arasında. Bu yılda <b>Boy Eating Bird's Food, </b>karşılaştığımız son Yunan manyaklığı oluyor. Ancak son yıllarda izlediğimiz işler kadar parlak değil. Benim gördüklerim içinde malum ekonomik krizi en direkt ve etkin şekilde kullanan ama yine de filmin göze sokulan merkezi haline getirmeyen tavır hiç şüphesiz filmin artılarından. Bunun yanında <b>Yiannis Papadopoulos</b>'un performansı da harika. Ama zaten son dönem Yunan sinemasının en güçlü yanlarından birisi de mümkün olduğunca zorladığı oyuncularından çok baba performanslar çıkarması değil mi? Ama yine de bu Kuş Yemi Yiyen Oğlan'da bir eksiklik var. Aslında anca bir kısa filmi doyurabilecek metni yetersiz geliyor her şeyden önce. Elbette cesur duruşu ve sınır tanımazlığıyla her an ilgiyi üstünde tutuyor ama arada boşa direksiyon çeviriyor hissi de kalıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-4zoK7qx0Qxs/UWAtQQoiGqI/AAAAAAAAC3A/YjpeGZVwjec/s1600/The_Place_Beyond_The_Pines_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-4zoK7qx0Qxs/UWAtQQoiGqI/AAAAAAAAC3A/YjpeGZVwjec/s640/The_Place_Beyond_The_Pines_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
<b>Blue Valentine </b>sonrası <b>The Place Beyond the Pines</b>'la karşımıza çıkan <b>Derek Cianfrance </b>ilk filminde de en güçlü taraflarını yine sergiliyor. Oyuncularını çok iyi havaya sokuyor ve atmosfer yaratma işini yine çok güçlü beceriyor. İlk filminde de son derece bilindik ve hatta klişe öyküleri öyle bir hale sokmuştu ki, bize çok taze bir şey izliyormuşuz ilüzyonunu yaratmayı başarmıştı. Ancak bu sefer öyle olmuyor. Yine farklı bölümlerle aslında üç film izliyoruz. Ancak bu sefer karakter sayılarının artmasıyla bu figürlerin bir boyut kazanma ihtimalleri de azalıyor. Zaten generic içerikli öykü hiçbir şekilde parlayamıyor. <b>Ryan Gosling, Bradley Cooper, Eva Mendes, Rose Byrne </b>gibi oyuncular gayet iyi. Ama bence filmi çok parlak bir şey yapmaya da yetmiyorlar sırf bu yüzden. İlkinde sadece iki kişi yetmişlerdi dünyamızı sarsmaya.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Vmdhgcn7iwg/UWAth9O5X9I/AAAAAAAAC3I/tIYdS9M7ZeU/s1600/hannaharendt06.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://1.bp.blogspot.com/-Vmdhgcn7iwg/UWAth9O5X9I/AAAAAAAAC3I/tIYdS9M7ZeU/s640/hannaharendt06.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bir başka vasatlık abidesini daha izledik festivalin üçüncü gününde. <b>Hannah Arendt - </b>ki daha önce ismini duymamıştım, banality of evil teriminden haberim olmasına rağmen - aslında çok güçlü bir kişiliğin bir TV filminde nasıl harcandığının kanıtı. Adolf Eichmann'ın 2. Dünya Savaşı sırasındaki soykırımlar sebebiyle İsrail'de yargılandığı süreç içerisinde geçen film, ünlü filozof Arendt'in New Yorker için o vaat edilen topraklara gitmesi ve süreci incelemesi; bunun ardından da sistemde gördüğü çarpıklıklar üzerinden iğne ve çuvaldızları her tarafa batırdığı ünlü yazısını yazma sürecini aktarıyor. Anca hiçbir şekilde ne karakterin, ne bu sürecin derinine inemiyor. Arendt'e karşı gösterilen tepkilerle parlamaya çalışıyor ama oralarda da fazlasıyla ilkel bir sinema yapıyor. <b>Margarethe von Trotta</b>'nın oyuncu yönetimi ise son derece başarısız. Muhtemelen film için en yoğun çalışmayı yapmış olan <b>Barbara Sukowa</b> son derece iyi ancak diğer oyuncular - ki içlerinde <b>Janet McTeer </b>gibi gözbebeği isimler de var - sanki repliklerini ve karakterlerini o gün sette öğrenip hemen kamera karşısına geçmişler gibi. Ne yazık ki böyle güçlü, böyle sert, böyle ilham veren bir kadın böyle hafif bir filmi haketmiyor. Onu söyleyebilirim.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-49849674159720237772013-04-02T22:41:00.002+03:002013-04-02T22:41:59.470+03:00Festival Günlüğü 3: Ne varsa eskilerde var<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-9Z8p5ePEuqA/UVske6JRu2I/AAAAAAAAC2M/YHUpDTQsmSg/s1600/safety_last_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="374" src="http://3.bp.blogspot.com/-9Z8p5ePEuqA/UVske6JRu2I/AAAAAAAAC2M/YHUpDTQsmSg/s640/safety_last_3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Festivalin ikinci günü, 11.00 seansında Beyoğlu'ndan uzaklaşmak istemediğim için ve <b>Alain Resnais'</b>ye artık bir şans daha veremeyeceğimi hissettiğimden ilk seansta klasiklerden bir film seçtik. İyi ki de seçmişiz. <b>Harold Lloyd</b>'un anısına festival programında gösterilen <b>Safety Last!</b>'ın ünlü 'saate tutunan adam' görselini görmeyeniniz yoktur. Ama nihayet öncesinde de neler olduğunu izleme fırsatı bulduk. Para için büyük şehre gelmiş bir adamın hikayesini anlatan film, dönemin yaşama koşullarına dair ipuçları veren harika bir işyeri komedisi. Yanlış anlaşılmalar üzerine giden filmin en hoş yanı dönemine göre slapstick meselesini bence çok olgun kullanıyor olmasında da saklı. Bunun yanında filmi izlerken o dönemin koşullarında imkansız işler çıkaran film ekibini ve tüm varlıklarıyla perdede şov yapan oyuncuları daha da bir takdir ediyorsunuz. Özellikle o meşhur binaya tırmanma sekansında <b>Harold Lloyd</b>'a hayran kalmamak mümkün değil. Benim gibi yükseklik korkusu olan birisini neredeyse ağlama noktasına getirecek kadar heyecanlandırdığını da belirtmem gerek. Sinema salonunda izleme şansını kaçırdınız ama evdeki büyük ekranlarınızda mutlaka izleyin bu harika işi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-yQXtPED3O9I/UVsoFo8DqjI/AAAAAAAAC2U/eOMjFXg7tw8/s1600/Something_In_The_Air_4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="http://2.bp.blogspot.com/-yQXtPED3O9I/UVsoFo8DqjI/AAAAAAAAC2U/eOMjFXg7tw8/s640/Something_In_The_Air_4.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Olivier Assayas</b>'ın <b>Carlos</b>'tan sonra ne yapacağını çok merak ediyordum. İlginç bir şekilde yine çok güçlü mizansenlerle kotardığı sokak gösterileri ve aktivist sekanslarıyla, bir anlamda bıraktığı yerden <b>Apres Mai</b>'a<b> </b>(Something In the Air) devam ediyordu. Ancak her ne kadar 68 kuşağını sokakta inceleyerek işe başlasa da, karakterlerin liseden çıkmasıyla birlikte o da dağılıyor ve ayrı ayrı yerlere bakmaya başlıyordu. 68 kuşağına dair çok film izledik. Beni en çok etkileyen işlerden biri yine festivalde izlediğimiz <b>Phillippe Garrel</b>'in <b>Les Amants Reguliers'</b>i olmuştu. Burada da aynı havayı aldım açıkçası. Farklı yönlere savrulan ancak dönemin politik ruhundan da çıkmayan bir grup gencin hikayesi, çok ciddi entrikalar sunmuyor, hatta dramatik yönden oturaklı bir çatısı olmadığını da söylemek gerek. Ama kendisini kaybedip asla dağılmıyor. Farklı manzaralar, farklı söylemler çok organik bir şekilde birleşiyor. Bu yıl kendisini kolaylıkla izletirken bir yandan da karakterlerinin ruh hallerini son derece açık yerlerde bırakarak aslında biraz meditatif bir hal alan bir işti Apres Mai benim için. (bizdeki Türkçe adıyla Aşk Kokusu) Yine de filmin yeni bir şeyler söylediğini iddia edemem elbette. Ancak şurası kesin Assayas'ın rejisi yine mükemmel ve tıkır tıkır işliyor. Bir yandan da o dönemi aktaran çalışmalar içinde muhtemelen en samimi şekilde düşünen filmlerden birisi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-7Qwa1WWRXqw/UVsveQ2NB_I/AAAAAAAAC2c/8yinf4B_bTg/s1600/Sightseers_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-7Qwa1WWRXqw/UVsveQ2NB_I/AAAAAAAAC2c/8yinf4B_bTg/s640/Sightseers_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu sene bol bol adını duyduğum filmlerden biriydi <b>Sightseers, </b>seyretmek de festivale kısmetmiş. Sınır tanımayan bu kara komedinin en büyük avantajı bence senaryosuydu. Filmin başrollerini de paylaşan <b>Alice Lowe </b>ve <b>Steve Oram</b>'in birlikte kaleme aldığı ve <b>Amy Jump</b>'ın da takviye yaptığı senaryo bu yıl izlediğim en ince yazılmış işlerinden biriydi. Karakterlerin gelişimi çok iyi, diyalogların herbiri resmen nokta atışı yapıyor, yan tiplemelerin hepsi de bayağı incelikli oluşturulmuş. Elbette absürde kaçan, kan gösterme konusunda da gayet cömert bu hikaye herkesin midesine uygun olmayabilir, ama ne zamandır bu kadar taze bir iş görmemiştim. Özellikle <b>Alice Lowe</b>'un performansına da bayıldığımı belirtmem lazım. Yönetmen <b>Ben Wheatley</b>'nin önceki filmlerini izlememiştim ama bu zor senaryoyu peliküle etmenin de hiç kolay olmadığını kabul etmeliyiz. Wheatley burada bu ağır yükün altından kalkıyor ve bu fantastik hikayeyi inandırıcı, heyecanlı bir işe dönüştürüyor. Sadece filme kurgu masasında yapılan birkaç şeye itirazım var sanırım. Oradaki dengesizlik takdir görebilir ama bence bir nebze daha aşağıya çekilebilirdi. Neyse, her halükarda bu festivalin en iyiler listesinde illaki yer alacak bir film...<br />
<br />
Başlığa aldanmayın Pazar izlediğim bu üç filmi de çok beğendim, sadece <b>Safety Last!'</b>ı başa koyduğum için öyle bir başlığı uygun gördüm. Pazar aynı zamanda <b>Peter Greenaway</b>'in filmini de izleyecektim, ama <b>Emek </b>protestosu sebebiyle ona gidemedim... Pazartesi günü koşa koşa City's'e gitme sebebim oldu. O da sonraki festival notlarında...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-V5v0c5aFGFc/UVsy8fIhOXI/AAAAAAAAC2k/og_KjhNNugk/s1600/emek-sinemas%C4%B1-bilet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="398" src="http://3.bp.blogspot.com/-V5v0c5aFGFc/UVsy8fIhOXI/AAAAAAAAC2k/og_KjhNNugk/s640/emek-sinemas%C4%B1-bilet.jpg" width="640" /></a></div>
<br />K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-58011171257777120392013-04-02T10:46:00.002+03:002013-04-02T10:46:20.088+03:00Festival Günlüğü 2: Klasik bir aşk hikayesi ve seks bebekleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-TmWfE8pZnJc/UVqHsVklqtI/AAAAAAAAC1c/msW_ebuOx98/s1600/Final_Cut_Ladies_And_Gentlemen_3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="448" src="http://2.bp.blogspot.com/-TmWfE8pZnJc/UVqHsVklqtI/AAAAAAAAC1c/msW_ebuOx98/s640/Final_Cut_Ladies_And_Gentlemen_3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Festivalin ilk gününde ise dört film izledim... Benim için gerçek açılış filmi de <b>Final Cut: Hölgyeim es Uraim </b>(Bayanlar ve Baylar) oldu. Daha önce <b>Taxidermia'</b>sını izlediğimiz <b>György Palfi</b>'nin yaklaşık bir senedir kulislerde bolca lafı edilen filmini de ben ilk olarak Ali Deniz Şensöz'den duymuştum. Heyecanla Rotterdam'dan bana filmi anlatmıştı. <b>Final Cut, </b>bilindiği üzere 500 filmden sahneleri birleştirerek yeni bir öykü çıkarıyor. Farklı coğrafyalar, dönemler ve kültürlerden sinema belleğimizi oluşturmuş pek çok karakter ve öykünün birleşmesi, ilk başta 'bu hangi filmdi?' seviyesinde başlarken zaman içinde o self conscious duruma alışıyor ve öyküyü takip ediyor hale geliyorsunuz.<br />
<br />
Elbette önümüzde sinema tarihinin en klişe öykülerinden birisi var. Ancak yine de Palfi bu sınırlı hikayeyi bile ilginç kılabilecek espriler yaratmayı başarıyor. Bu film basit bir klip değil. Her şeyden önce kendi içinde bir dramatik yapı kuruyor ve bu kadar filmden tek tek plan seçerek kolay yapılmayacak bir işin altına giriyor. Dahası Palfi, sadece görüntülerden de faydalanmıyor. <b>Final Cut </b>için yeni bir ses kuşağı yaratıyor ve bir yandan beyazperdenin o efsane figürleri anlık bir şekilde önümüze gelirken bir yandan da bizi çok farklı yerlerden vurmuş film müzikleri yeni bir soundtrack yaratıyor. <b>Final Cut, </b>telif hakları meselesi yüzünden henüz yaygın dağıtıma, DVD, internet vs. gibi platformlarda sergilenemiyor. Umarım hallederler, çünkü ben bunun bir BluRay'ini elimde bulundurmayı çok isterim. Her yönüyle izlemesi müthiş keyif veren harika bir iş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-Zq8VFpXuLg8/UVqIO5rzfRI/AAAAAAAAC1k/Z8ZvWPMCi3A/s1600/a_glimpse_inside_the_mind_of_charles_swan_III_6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://2.bp.blogspot.com/-Zq8VFpXuLg8/UVqIO5rzfRI/AAAAAAAAC1k/Z8ZvWPMCi3A/s640/a_glimpse_inside_the_mind_of_charles_swan_III_6.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Merakla beklediğim ancak hayal kırıklığı yaratan filmlerden biri ise <b>A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III </b>(Erkek Aklı) oldu. Wes Anderson'la <b>Life Aquatic</b>'ten beri çalışan, Coppola hanedanının son üyesi <b>Roman Coppola</b>'nın bu solak filmi daha önce işbirliği yaptığı Anderson ve <b>Michel Gondry </b>gibi isimlerle paralel bir sinemaya davet ediyor bizi. Teknik açıdan hiçbir kusuru yok filmin, ama bayağı ruhsuz bir iş olmuş. Gerçi ana karakteri sebebiyle bunu da kaldırdığını iddia edenler olabilir. Ama son derece düz, ışıltısız, alternatif triplerine rağmen vasatlığı aşamayan senaryosuyla bu yılın en gereksiz işlerinden birisi. Dahası Coppola'nın oyunculardan performans çıkarma konusunda da sorunları var bence. Özellikle başroldeki <b>Charlie Sheen, </b>artık çok kendisine yapışmış bir personayla karşımıza çıkmasına rağmen bir türlü parlayamıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-yVWoyR18d0Q/UVqIvkQ8r-I/AAAAAAAAC1s/Xy3_tkLq9As/s1600/The_Deep_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-yVWoyR18d0Q/UVqIvkQ8r-I/AAAAAAAAC1s/Xy3_tkLq9As/s640/The_Deep_2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Festivalin gedikli konuklarından <b>Baltasar Kormakur </b>ise bu sene bize gerçek bir olaydan uyarlanan bir öykü sundu. <b>Djupid </b>(Derin Sular) farklı katmanlara sahip bir film. İlk başlarda ava çıkmadan önce tanıştığımız balıkçılarla bölgenin yapısına ve orada yaşayanlara dair fikirler ediniyoruz. Sonrasında deniz ortasında bu, farklı karakterler oluşturma çabası devam ediyor. Teknik açıdan çok düzgün bir şekilde halledilmiş batma sekansından sonra ise oldukça zor bir kısma sıra geliyor. Tek bir adamın denizin ortasındaki kurtuluş mücadelesi, gayet ayarında bir seyirlik sunuyor. Sonrası ise giderek ilginçleşiyor ve mucize bir şekilde kurtulan ana karakterimizin, trajedi sonrası toplumsal boyutta karşılaştığı - arada oldukça garip - manzaraları izliyoruz. <b>Djupid </b>bayağı ilginç, klasik yapıda olmasına rağmen bu farklı katmanlarıyla değişik bir tat sunabilen bir iş. Ama tıpkı yukarıda bahsettiğim <b>Erkek Aklı </b>gibi bir türlü parlayamıyor ve yitip gidiyor. Geriye sadece birkaç his bırakabiliyor ama Kormakur'un teknik yönden bayağı başarılı olduğunu atlamamak gerek<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-bh1HCyV3qtE/UVqKNJ1uJjI/AAAAAAAAC14/jOrQqrpJ-9Q/s1600/the_mechanical_bride_1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-bh1HCyV3qtE/UVqKNJ1uJjI/AAAAAAAAC14/jOrQqrpJ-9Q/s640/the_mechanical_bride_1.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
İlk günün güzel sürprizlerinden birisi ise Mayınlı Bölge'deki <b>The Mechanical Bride </b>(Silikon Gelin) oldu. Aslında son derece basit bir TV belgeseli yapısında ilerliyor ve maalesef çok da iyi bir kamerayla kaydedilmediği için görüntü kalitesi oldukça zayıf. Ancak ele aldığı konuya son derece hakim bir şekilde, farklı alanlara kayarken hiç dağılmıyor. Bize farklı coğrafyalarda çok ayrı fetişizm örneklerini sunarken bir yandan da kolay kolay rastlayamayacağımız çok ilginç tiplemelerle tanıştırıyor. <b>Silikon Gelin, </b>öyle çok mayınlı bir iş olmamasına rağmen özellikle cinsel meseleler sebebiyle bazı seyircileri rahatsız edebilir ama seviyesini her daim korumayı başarıyor. İşin en güzel yanı ise yargılamıyor ama anlamaya çalışıyor, hatta belli noktalarda incelediği garip karakterlerin gözünden olaylara bakmanızı bile sağlayabiliyor. Bu yılın en tatlı sürprizlerinden birisi kesinlikle.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-21167523330335629232013-04-01T23:15:00.000+03:002013-04-12T00:47:15.399+03:00Festival Günlüğü 1: Almodovar'la Başlarken<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-1hRghGbzd_c/UVnoVD8jZRI/AAAAAAAAC1I/bcTfOSqLe2g/s1600/IMG_7454.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://2.bp.blogspot.com/-1hRghGbzd_c/UVnoVD8jZRI/AAAAAAAAC1I/bcTfOSqLe2g/s640/IMG_7454.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu yıl <b>Filmlerim.com</b>'a festival raporu yazarken bir yandan da burada günlük tutmak istiyordum yine eski günlerdeki gibi... Cumartesi'den beri bir türlü girişemedim olaya ama 'başlamak işin yarısı' demişler. Biz de başlayalım. Cuma günkü açılış töreni yine son derece şık, akıcı ve sadeydi. <b>IKSV </b>gerçekten de ülkemizde doğru düzgün tören yapmayı becerebilen tek kurum sanırım. Burada da yine bürokrat konuşmalarından uzak, sponsorun bir video mesajıyla acı çektirmeden tanıtıldığı, sunucunun (<b>Mehmet Ali Alabora) </b>ve yan sunucuların olaya hakim (<b>Bille August </b>konuşmasını bitirmeden sahneden çıkıveren <b>Patricia Arquette </b>hariç) olduğu; gereksiz konuşmalardan uzak onur ödüllerinin dağıtıldığı, adam gibi kliplerin hazırlandığı bir töreni daha geride bıraktık. Aman nazar değmesin diyelim. Elbette Alabora'nın törene direkt <b>Emek Sineması</b>'yla ilgili konuşarak başlaması da yine bol alkış aldı. Ancak geçtiğimiz günkü Emek protestosunda gördük ki, insanlar (maalesef ben de dahil) umutlarını yitirmiş durumda... Bu konuya hiç girmeyeceğim... Bir zamanlar sinema izlemeye koştuğumuz bir cadde şu an tam anlamıyla bir sinema mezarlığına dönüşmüş durumda, ve bunun sorumluları da hala koltuklarını koruyorlar.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-30fsBnv_DJg/UVnpwkV1LEI/AAAAAAAAC1Q/WRzFO2jYFuU/s1600/im_so_excited_4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="424" src="http://2.bp.blogspot.com/-30fsBnv_DJg/UVnpwkV1LEI/AAAAAAAAC1Q/WRzFO2jYFuU/s640/im_so_excited_4.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Açılış filmiyle festival günlüklerine de başlamış olalım. <b>Perdo Almodovar</b>'ın <b>Los Amantes Pasajeros </b>(I'm So Excited - Aklımı Oynatacağım) filmin Türkçe adına uygun bir seyir zevki(!) sundu bana. Almodovar'ın taze bir filmini normalde <b>Cannes </b>öncesi görmeye alışık değiliz. Cannes'a iki ay kala ülkesinde vizyona girmesi çok garipti ama bu konuda tahminlerimiz vardı. Şahsen bunu, filmin vasat olmasına yormuştum ama bu kadar kötü bir şey beklemiyordum. O gece Twitter resmen sallandı 'berbat' yorumlarıyla... elbette 'o kadar kötü değil' gibi lafları da çokça duyduk. Ama şunu da söylemem lazım salonda epey bir insan bayağı bir güldü ve eğlendi. Tabii festival takipçileri, festival seyircisinin her şeye gülmek için nasıl bahane aradığını bilir. Ayrıca eğlenenlerin çoğunun da, salondaki yaş ortalamasını 50'ye çeken teyzeler olduğunu belirtmem gerek. Ama işin en kötü tarafı şüphesiz, insanların son derece ilkel gay esprilerine gülmüş olması. Öyle ki, bu filmi Almodovar yapmamış olsaydı; yönetmen, bayağı bir insandan homofobik damgası da yerdi sanırım.<br />
<br />
Neyse, film zaten 'kendini ciddiye almıyor' yorumları kesinlikle doğru. Almodovar gibi birinin - ki kitsch hamuru zaten hep vardır - bilinçsiz böyle bir berbatlığa imza atmadığını da düşünüyorum. Ama ne kadar bilinçli olursa olsun, bu filmin çok kötü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Açık bir şekilde İspanya'nın son ekonomik çaresizliklerine gönderme yapan ve bu uğurda kendisini bir uçağın 'business class' kısmına kapatan film, halkı temsil eden ekonomi sınıfını da tüm film boyunca uyutuyor. Üç klişe gay hostes eşliğinde bir grup yolcunun bir uçakta yaşadıklarını izliyoruz. Süper klişe karakterler, bunların sarf ettiği über bayat espri ve diyaloglarla film aralarda belki gülümsetebiliyor. Ama espriler, durumlar ancak 80'lerde TRT zamanında güldüğümüz şeylerle eşdeğer. (Almodovar'ın içine bildiğiniz Levent Kırca kaçmış anlayacağınız)<br />
<br />
Aslında bu filmle ilgili konuşmak falan da istemiyorum daha fazla. Belki de festival günlüklerine bir türlü başlayamama sebebim buydu, bilemiyorum. O yüzden bu kadarla bırakacağım, bu film cidden üzerine konuşulmayı bırakın hatırlanmayı bile haketmiyor. Yalnız 'bundan açılış filmi mi olur?' yakarışlarına da katılmıyorum. Açılış için yıldız bir yönetmen son derece doğru bir tercihti bence. Açılış filmlerinin ille de iyi olmasına gerek yok. Cannes nelerle açıldı Allah aşkına.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-29265008454191060902012-12-09T16:37:00.000+02:002012-12-09T16:37:28.182+02:00Les Misérables: I dreamed a dream<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-ivrE4hqZDVM/UMSJ9tBnEiI/AAAAAAAACy8/U4yi6i2qAHk/s1600/lesmiserables-tomhooper.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://1.bp.blogspot.com/-ivrE4hqZDVM/UMSJ9tBnEiI/AAAAAAAACy8/U4yi6i2qAHk/s640/lesmiserables-tomhooper.png" width="640" /></a></div>
<br />
Öncelikle şunları belirtmem gerek, müzikal severim. Sahnede çok fazla izlemişliğim yoktur, ama sinemada müzikal, her türlü 'kendi farkında' olma durumlarına rağmen her daim takdir ettiğim bir tür olmuştur. Ne var ki, bütün bu gösterdiğim yakınlığa rağmen çok ciddi bulmadığım, yüzümü buruşturtan bir tarz da; hani şu konuşmaları bile besteleme ihtiyacı hisseden müzikallerdir. - <i>Recitative singing</i> deniyormuş buna, yeni öğrendim. Operadaki recitativo'dan geliyormuş. - Özellikle şu ana kadar en gözüme batan da tabii <b>Andrew Lloyd Webber </b>olmuştu. Şu ana kadar izlediğim müzikalleri arasında <b>Cats, Evita </b>ve <b>The Phantom of the Opera </b>vardı. Son ikisinin sinema versiyonlarını izlemiş; teknik anlamdaki yetkinlikleri, tüm şık tercihlerine rağmen filmleri anlatımda bir yenilik katmaktan yoksun bulmuştum. (Müziklerini çok beğenmiştim o ayrı) Ha, bu aşamada şunu görüyoruz ki, yaratıcı olacam her tür garip anlatımı benimseyeceğim diyince de olmuyormuş. <b>Tom Hooper </b>bize bunu <b>Les Misérables</b>'da kanıtlıyor.<br />
<br />
En baştan net bir şekilde söyleyeyim. <b>Les Misérables</b>'ı beğenmedim. Ama filmden önce müzikalin kendisini beğenmedim. Muhtemelen hayatımda duyduğum en boş melodileri - 1-2 şarkı dışında aklınızda hiçbir şey kalmıyor. - En uyduruktan şarkı sözlerini burada duydum. Mesela yukarıda bahsettiğim müzikal örneklerinde bu bahsettiğim recitative şarkı söyleme muhabbetine rağmen çok iyi müzikler duyabiliyordunuz, defalarca dinleyebiliyordunuz vs. vs. <b>Les Misérables</b>'da bu yok. Ama müzikalin orijinalinin pek çok hayranı olduğunu ve tüm zamanların büyük hitleri arasında yer aldığını biliyorum, ve o insanlara da - ne bulduklarını anlamamakla beraber - saygı duyuyorum. Elbette tıpkı sinema gibi tiyatoda da sahneleme meselesi çok önemli. Bu anlamda orijinal oyunu izlemediğim için de burada bir şeyler kaçırıyor olabilirim. O zaman işin bu kısmını bir kenara bırakıp sinema uyarlamasına bakalım.<br />
<br />
<b>Les Misérables </b>inanılmaz bir tutkuyla çekildiğini belli eden bir film. Ama tüm bu tutkuya rağmen bir o kadar da tembel gözüken bir iş. Özellikle uyarlama konusunda dayanamadığım bir şey vardır - ve bu konuda azınlıkta olduğumu biliyorum - orijinal metne mümkün olduğunca dokunmayıp sadık kalınma meselesinden hoşlanmam. İşin içinde sinema varsa, oturup buranın dinamiklerine göre düşünmeli ve o çok sevdiğiniz kaynaktan bir şeyleri feda edebilmelisiniz. <b>Tom Hooper </b>benim tahminime göre bunu yapmamış. Müzikalin sahip olduğu özellikler aynen korunarak hiç es vermeden şarkılardan şarkılara geçmiş ve karşılığında - sahnede belki sırıtmayan ama perdede çok feci gözüken - bir olay akışı çıkmış. Misal, bir sahne içinde karakterlerin giriş çıkışı, o sırada yaşanan aksiyon; şarkının dinamiklerine uyarken, sinemada bu alanın en klişe işlerini aynalar bir hale geliyor. İş feci şekilde ucuz gözüküyor. 'Ama şarkı öyleyse adam ne yapsın?' diyebilirsiniz. Atsın abi. Zaten bu filmin yarısındakilere şarkı demeye bin şahit ister. Hadi onu bir kenara bıraktım tiyatro sahnesi için son derece normal ama sinema için uygunsuz bir durum da var ki, aralarda bir karakteri unutup tamamen başka bir karaktere odaklanıyoruz. Sinema yaptıklarını ve bunları birbirlerine daha fazla entegre etmesi gerektiğini unutmuşlar neredeyse.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-vkHpykGantM/UMSeeDSOpVI/AAAAAAAACzU/q1oabW2H9no/s1600/lesmiserables-hooper.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="352" src="http://3.bp.blogspot.com/-vkHpykGantM/UMSeeDSOpVI/AAAAAAAACzU/q1oabW2H9no/s640/lesmiserables-hooper.png" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
İkinci bir sorun yine <b>Tom Hooper</b>'ın işe tutkulu yaklaşımından kaynaklanıyor ve tam bir işkenceye dönüşüyor. <b>The King's Speech'</b>teki jump-cut'lar, fish eye lensler, çarpık kadraj tercihleri çok eleştirilmişti, bense filme son derece uygun olduğunu düşünmüş ve bunları savunmuştum. İşte bu aynı kullanım burada olmuyor. <b>The King's Speech</b>'i sevmiştim. Hooper'ın bir önceki filmi <b>The Damned United</b>'ı ise çok sevmiştim. Ama hafızam beni yanıltmıyorsa, o film bunlar kadar 'expressionist' değildi. Bu durumda da Hooper'ın ''TKS çok tuttu, o zaman burada da aynı numaraları yapayım'' dediğini düşünmeye başladım. (Dikkat edin düşünüyorum, öyle olduğunu iddia etmiyorum. Zira ben kafamdaki komplo teorilerini 'gerçek'miş gibi sunanlardan değilim) Özellikle sanat yönetmenliğindeki dışavurumcu tavrı falan da düşündüğümüz zaman bu aykırı duruşlar kendi içinde tutarlı gözüküyor olabilir. O korkunç şarkılarla beraber sürekli abuk subuk açılardan çekilen karakterler, aksiyon anlarında omuz kamerasıyla mizansenin zayıflığını örtme çabaları yemiyor, ve muhtemelen son yıllarda gördüğüm en kötü montajla bayat bir hal alıyor (ve evet dinamik kurguyu, jump cut'ları falan seven birisiyimdir, ama her şeyin bir yeri var) <b>Les Misérables</b>'ın asıl sorunu işte bu bence. Neyi nerede yapacağını bilemiyor gibi sanki. Sürekli bir göz boyama, sürekli bir karmaşa. Ortaya atılan bir minestrone çorba gibi.<br />
<br />
İşin oyuncu kısmı en övülen kısmı. Evet hepsi şarkı söyleyebiliyor burası doğru. Ama ne kadar doğru nota verirse versin, hiç kimse <b>Amanda Seyfried'</b>in köpek düdüğü seviyesindeki tiz sesini duymak gibi bir cezayı da hak etmiyor. <b>Russell Crowe </b>ağzı yemekle doluyken şarkı söylüyormuş gibi söylese de yine kötü diyemem. Ama o kadar kasıldığını hissediyorsunuz ki, adam sanki tamamen şarkıları doğru söylemeye odaklanmış ve rol yapamıyor gibi bir his veriyor. <b>Eddie Redmayne</b>'de de aynı durumu hissettiğim birkaç sahne oldu (özellikle vibratolarda çok belli ediyordu)<br />
<br />
Hazır şu noktadayken filmin en büyük kozu olan 'sette canlı şarkı söyleme' meselesine de değinmek istiyorum. Evet bu özel bir şey ve şüphesiz tiyatro deneyimine de yaklaştırıyor olayı. Oyuncular için de çok zor bir durum, hemen yukarıda söylediğim sebeplerden ötürü. Ancak bence diğer playback meselesini de çok kolaymış gibi görmemek gerekiyor. Diğer müzikallerde oyuncunun aylar önceden şarkıyı stüdyoda söylemesi, sonra sette aynı şarkıyı birkaç gün boyunca farklı farklı zamanlarda canlandırması ve en nihayetinde bunların hepsinin birleştirilip aynı anda sarfedilen bir performans gibi gösterilmesi, açıkçası daha hayran olduğum ve daha 'sinemasal' bulduğum bir şeydir. Buradaki üslubu ve özellikle biraz sonra vereceğim örnekten ötürü tiyatrocuları küçük görüyor gibi gözükmek istemem. Ama bir performansı bir çırpıda çıkarmaktan daha saygı duyulası bir şey gibi geliyor bana. Bahsedeceğim örnek ise, <b>Anne Hathaway. </b>Hathaway'in özellikle 'malum' sahnesinin tek plan olduğunu söylemek isterim. Tamam çıkardığı iş çok iyi ve tek plan olması da çok zor. Ama bir de aynı oyunu farklı açılardan, farklı zamanlardaki çekimlerde verdiğini düşünün. Tamam o sahnede çıkardığı işe çok kolay demiyorum, ama diğeri sanki daha mı zor olurdu ne?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-9hXL_KPfnO0/UMSfDSCjOyI/AAAAAAAACzc/kSyLh68gIKM/s1600/lesmiz-helena-bonham-carter-sacha-baron-cohen.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="352" src="http://4.bp.blogspot.com/-9hXL_KPfnO0/UMSfDSCjOyI/AAAAAAAACzc/kSyLh68gIKM/s640/lesmiz-helena-bonham-carter-sacha-baron-cohen.png" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Hathaway filmin en ilgi çeken unsuru şüphesiz ve bunu da hakediyor. Ayrıca süresi de o kadar kısa değil, ölçmedim ama şahsen filmin en doğal oyuncusu <b>Samantha Barks</b><i>'ın </i>ekran süresi bana daha kısaymış gibi gözüktü. Ayrıca Hathaway'in canlandırdığı <i>Fantine </i>karakterinin öyküde cidden vurucu bir özelliği var ve bence filmi en çekilir kılan şey. <b>Sacha Baron Cohen</b> ve son 15 yılda giydiği aynı kostüm ve taşıdığı aynı saç tasarımıyla <b>Helena Bonham Carter </b>filmin eğlenceli yüzleri. Ama fazla gereksiz kullanılmaktan muzdaripler. Özellikle de son sahneleri berbat. <b>Anne Hathaway</b>'in kesin adaylık zaferini bir yana bırakırsak; <b>Eddie Redmayne, </b>tıpkı <b>Samantha Barks </b>gibi muhtemelen ödül sezonunda diğerlerinden bir adım öne çıkabilir. İyiler de, ama öyle özel el üstünde tutulacak bir durumları da yok, ne yalan söyleyeyim.<br />
<br />
Gelelim <b>Hugh Jackman</b>'a. Kendisini bu kadar 'annoying' bulduğum başka bir iş olmamıştı sanırım. Bir kere diğer tüm karakterlerin ortalama bir şarkısı varken, bu adam sürekli etrafta süper kötü bir şekilde diyalog mırıldanarak geçiriyor. Bunların hepsi de çok boş laflar ve çok gereksiz besteleme çalışmalarıyla iyice çekilmez bir hal alıyor. En absürd yerlerde birden kenardan, köşeden, bakma sahnelerinden bahsetmiyorum bile. Yok, yok.. hiçbir şekilde ciddiye alamadım bile. Adaylıklar ödüller alacaktır orada burada.. Ama umarım Oscar bunların içinde olmaz.<br />
<br />
Hani bir film baştan sizi sıkarsa bir süre sonra savunma mekanizması modunda alay etmeye başlarsınız ya, işte <b>Les Misérables </b>öyle bir film. Bir süre sonra ciddiye almayı bırakıp ve o ruh sıkıntısına katlanabilmek için dalgaya vurmaya başladım. O yüzden özellikle ikinci yarısına dair çok objektif yorumlar da yapamayacağım. Ama filmle ilgili ilk eleştiriler çıkmaya başladıkça filmin o kadar büyük bir hit olmayacağını da anlamış olduk. Muhtemelen gişede bir gaz ilk haftasında iyi iş de yapabilir. Ama müzikale özel bir takıntısı olmayan averaj bir insanın bu filmin sonuna kadar dayanması çok zor bence. İşin <b>Oscar </b>kısmı da çelişkili. Akademi filme bayılanlar ve nefret edenler arasında nerede duracak kestirmek güç, ancak teknik ödüllerde adaylık (kurgu hariç tabii.. eğer kurguda aday gösterilirse çok fena pataklarım onları) ve beklenen bir <b>Anne Hathaway </b>adaylığı zor değil. Yönetmende de artık çok emin değilim. Ama En İyi Film adaylığı olur. <b>Dreamgirls </b>vasatlığı da, o sene 5'ten fazla adaylık olsaydı yine bir en iyi film adaylığı tutturabilirdi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-9N0-_2Nhs60/UMSfaJ1Wr4I/AAAAAAAACzk/dtF5jkIMOnM/s1600/lesmiz-anne-hathaway.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="356" src="http://1.bp.blogspot.com/-9N0-_2Nhs60/UMSfaJ1Wr4I/AAAAAAAACzk/dtF5jkIMOnM/s640/lesmiz-anne-hathaway.png" width="640" /></a></div>
<br />
Çok büyük şeyler beklemiyordum, ilk gösterim ardında gelen tepkilerden dolayı biraz heveslenmiştim gerçi. O yüzden feci hayal kırıklığı yarattı <b>Les Misérables </b>bende. Filmin başları yine bir nebze olsun çekiliyor. Hatta keşke <b>Anne Hathaway</b>'in bölümlerini toparlayıp '<i>An Unfortunate and Miserable Life of Fantine' </i>diye kısa film falan yapsalarmış.<br />
<br />
Ödül sezonundan minimum kazançla ayrılması dileklerimle...<br />
<br />
<i>Not: Şu kitabı film falan yapmaya çalışmayın artık. Böyle yüzyıllarca süren öyküleri anlatan romanlardan ancak mini dizi çıkar. Ya da kesip biçmeyi ve belli bir karaktere dayanıp alternatif bir öykü çıkarmayı becerin. </i>K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-21697867682352087622012-11-17T23:20:00.000+02:002012-11-17T23:20:06.882+02:00Cannes Gazileri: Pas, Kan ve Limuzin<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-omGbm1pLxLw/UKU-hDjqe5I/AAAAAAAACxc/5pQd3EABQ2s/s1600/rust-bone-cotillard.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="403" src="http://3.bp.blogspot.com/-omGbm1pLxLw/UKU-hDjqe5I/AAAAAAAACxc/5pQd3EABQ2s/s640/rust-bone-cotillard.png" width="640" /></a></div>
<br />
Bu sene <b>Cannes</b>'dan genelde iyi tepkiler alan yarışı zorlayacak kadar ayılıp bayılınmayan <b>Rust and Bone</b> (De Rouille et D'Os) Audiard'ın - bence 2009'un en iyi filmi - <b>Un Prophete'</b>inden sonraki büyük beklentileri karşılamıyor ancak öyküsünde yer alan melodramsı malzemesine son derece zarif, olgun ve mütevazı bir şekilde yaklaşan bir iş. İki 'kaybeden'in karşılaşması ve birbirlerine iyi gelmesi fikri, sinemada gördüğümüz en orijinal şey değil belki. Ancak Audiard gerçekçi tavrıyla; kaynağında klişe kodlamaları barındırsa da işin yürütme kısmında bu klişelikleri abartmamasıyla etkileyici olmayı başarıyor. <b>Craig Davidson</b>'ın aynı adlı antolojisindeki iki öyküsünü birleştirerek biraz 'hissel' bir uyarlamaya imza atan Audiard; doğal ışık eşliğindeki gerçekçi mizansenleri, şık kadrajları ve konvansiyonel sulara çok bulaşmayan montajıyla filmin değerini biraz daha artırıyor.<br />
<br />
Oyuncular ise harika. <b>Marion Cotillard</b> ve - bence <b>Bullhead</b>'le 2011'in en iyi performanslarından birisini sergileyen <b>Matthias Schoenaerts </b>arızalı karakterlerini aşırıya kaçmadan, hiçbir şeyi abartmadan, tam da Audiard'ın tavrına uygun bir şekilde canlandırıyorlar. İkisinin de karakter öyküleri son derece 'baity' tabii ki. Ama o melodramı çok ufak ayrıntılara saklayıp öne çıkmasını da engelliyorlar. <b>Rust and Bone </b>özellikle kadın oyuncu konusunda <b>Cannes </b>yarışında çok iddialıydı, onun dışında ise pek şans verilmiyordu. Gerçekten de özellikle <b>Un Prophete </b>gibi insanları toplu bir heyecana sürüklememiş olması anlaşılır bir durum. Yine de bu yılın beni tatmin eden işlerinden birisi oldu, onu da belirtmem lazım. Önümüzdeki <b>Oscar </b>yarışında ise Sony Pictures Classics, şüphesiz ki Cotillard üzerine fena oynayacak gibi duruyor. Kategori bu sene çok zayıf, o yüzden adaylık almada başarılı olma olasılıkları yüksek. Ancak tıpkı <b>Amour</b>'daki Riva vakasında olduğu gibi Akademi daha süslü bir performansa denk geldiği anda Cotillard'ın bu usta işi performansını çok takmayabilir.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-FiT1qLzMXOY/UKfzNa-wjPI/AAAAAAAACxw/vyRWWhA9b_c/s1600/Chastain-Hardy-Lawless.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="424" src="http://2.bp.blogspot.com/-FiT1qLzMXOY/UKfzNa-wjPI/AAAAAAAACxw/vyRWWhA9b_c/s640/Chastain-Hardy-Lawless.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu sene <b>Cannes </b>ödüllerinde tamamen görmezden gelinen <b>Lawless</b>'ın durumu ise biraz daha anlaşılır. Zira güçlü olsa da, dağınık ve konvansiyonel bir dramatik yapının peşinde koşmayan; <b>Rust and Bone </b>gibi 'showcase' performansların olmadığı bir iş var karşımızda. Eninde sonunda <b>Cannes</b>'da teknik ödüller de yok. <b>Lawless </b>gerçekten de solak bir film. Büyük buhran ve ABD'deki alkol yasağı sırasında kanunun yok sayıldığı topraklarda geçen öykü; farklı kişiliklere sahip üç kardeş ve bölgedeki çeşitli güç oyunlarına odaklanıyor. <b>Shia LaBeouf </b>ve <b>Tom Hardy </b>ana plan olarak odakta gösterilse de klasik sinema dilinden alıştığımız karakter arkları zaman zaman es geçiliyor <b>Nick Cave</b>'in senaryosunda. Hala izleyemediğim - ve pek övülen <b>The Proposition </b>sonrasında yönetmen <b>John Hillcoat</b>'un <b>The Road</b>'unu çok aşırı olmasa da etkileyici bulmuştum. Burada da bence hemen hemen aynı ayarda bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Filmin teknik yönden hiçbir eksiği yok. Montaj masasında çıkarılan iş çok sağlam, görüntü yönetmenliği ise pek tutkulu olmasa da gayet temiz ve düzgün.<br />
<br />
Oyuncular kısmında LaBeouf ve Hardy oldukça iyi. <b>Mia Wasikowska,</b> <b>Jessica Chastain </b>ve <b>Gary Oldman </b>çok sıradışı bir iş çıkaracak malzemeden yoksun. <b>Guy Pearce </b>ise çok karikatür olsa da çok eğlenceli. Bu adamın her daim böyle bol oyuncaklı karakterlerde çıkardığı son derece tutarlı işlere hastayım resmen. <b>Lawless </b>genel olarak biraz solak kalabilir ama bir dönemde belli bir coğrafyanın nabzını çok iyi tutuyor ve Cave'in başınabuyruk senaryosu da takip ettikçe heyecan veriyor. Ne var ki bu alternatiflik filmin bir tepe noktasına ulaşmasının da önünde duruyor. Ödül sezonunda da pek ismine rastlamayız muhtemelen, ancak ne olursa olsun siz bir şans verin. Hoş bir deneme kesinlikle.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-lQ5MDbhvAQA/UKf-TtztPnI/AAAAAAAACyg/K5qBe1kvhl0/s1600/holy-motors02.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="http://1.bp.blogspot.com/-lQ5MDbhvAQA/UKf-TtztPnI/AAAAAAAACyg/K5qBe1kvhl0/s640/holy-motors02.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Gelelim asıl <b>Cannes </b>gazisine... <b>Cannes Film Festivali</b> son yıllarda hep aynı yönetmenlerle ve heyecan verici olmaktan uzak işlerle oyalandığı için eleştirilerin odak noktası haline geldi. İşte böyle kısır bir dönemde (ki aslında genel olarak dünya sinemasına bile bu yakıştırmayı yapabiliriz) <b>Leos Carax - Sight & Sound</b>'da da söylendiği üzere 'hiçbir filme benzemeyen ama her filmden de bir parça taşıyan' bir işle çıkageliyor ve - bunu söylerken hiç çekinmiyorum - ahmak bir jüri bu filmi görmüyor. <b>Holy Motors, </b>gerçekten de hem çok tanıdık hem de çok yabancı bir iş. Bir an bile gözlerinizi ayıramıyorsunuz. Carax'nın anlatımında <b>Godard</b> denemelerini, <b>Claire Denis</b> spontanlığını, veya <b>Tsai Min-Liang </b>duygusunu bulmak mümkün... Daha niceleri de filmin içinde aslında.<br />
<br />
Çok da açıklayıcı bir tanımlama çıkarmak zor film için, ama <b>Holy Motors</b>'u izlerken aklıma ilk gelen şey ''Method acting'in en aşırı versiyonu'' olmuştu. Tek bir oyuncu üzerinden çok farklı sinemasal maceralara atlayan Carax, bu sırada adeta alternatif bir evren de sunuyor bize. Arada sinema tarihi boyunca farklı versiyonlarını gördüğümüz <i>Güzel ve Çirkin<b>'</b>e, </i>arada bir suç öyküsüne, arada <b>Jean Seberg</b><i>vari</i> <b>Kylie Minogue </b>eşliğinde Paris sokakları romantizmine ve motion-capture<i> </i>ortamlalarının sanal birleşmelerine kadar... Cidden bu filmi tanımlamak zor. Ancak şunu belirtmem gerek, Carax'ın çok sevilen <b>Köprüüstü Aşıkları </b>(Les Amants de Pont-Neuf) hakkında çıkan onca safsatayı zamanında (ve aslında hala) çok gereksiz bulmuşumdur. O yüzden <b>Cannes </b>sonrası çıkan <b>Holy Motors </b>eleştirilerine karşı da temkinliydim. Ama tüm savunma mekanizmama rağmen ilk 5-10 dakika itibariyle gardımı da indirmeye başladım. Pek çok farklı ortamı sürreel bir şekilde birleştiren, Carax son dönemin en heyecan verici işine imza atıyor.<br />
<br />
Gerçekten de <b>Cannes </b>çok büyük bir fırsat tepmiş. Hadi her şeyi geçtim, <b>Denis Lavant</b>'ın bu gösterisini ödüllendirmeyi nasıl kaçırmışlar bilmiyorum, ama henüz ödül alan <b>Mads Mikkelsen'</b>i <b>The Hunt</b>'la izlemediğim için bir yorum yapamıyorum. Filmin ABD ödül sezonunda da adından bahsettirmesi çok zor. Ama özellikle makyaj kategorisinde shortlist'e girebilir. Onu da ekleyeyim son olarak.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-80779835008313627302012-11-14T16:17:00.000+02:002012-11-14T16:20:32.114+02:00Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2 - Kafalar Kopacak!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-TzOj-SpAFug/UKOnfQkuNgI/AAAAAAAACxA/Bi9R533rtcg/s1600/the-twilight-saga-breaking-dawn-part-2-bella-edward.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="390" src="http://1.bp.blogspot.com/-TzOj-SpAFug/UKOnfQkuNgI/AAAAAAAACxA/Bi9R533rtcg/s640/the-twilight-saga-breaking-dawn-part-2-bella-edward.jpeg" width="640" /></a></div>
<br />
<i>Aslen <b><a href="http://www.filmlerim.com/makale/12302/alacakaranlik-efsanesi-safak-vakti-bolum-2-kafalar-kopacak">Filmlerim.com</a></b>'a yazdığım yazıyı burada da bulabilirsiniz... </i><br />
<br />
2000’lerin en çok gürültü koparan fantastik serilerinden birisi daha
nihayet sona eriyor. İlk başladığından itibaren yeni neslin azılı
romantik kesimini avucunda barındıran; biraz yetişkinceler için ise
gözlerini oyma sebebi haline gelen <strong>Alacakaranlık Efsanesi’</strong>nin (Twilight Saga) bu son bölümü, bilindiği üzere son kitabın asıl entrikalı kısımlarına odaklanıyor.<br />
<div id="fixed_header">
<div class="wrapper">
<div class="search">
<form action="arama" id="fast_search">
<strong><br /></strong>
<strong>Catherine Hardwick</strong>’in yönettiği ilk <b>Twilight</b> şüphesiz
ki boş ama tutarlı bir teenager romantizmi verirken bir kısım fantastik
janr tutkunlarını meraklandırabilecek alışık olunmadık bir vampir miti
yaratıyordu. Ancak diş mevzusunun yok olduğu, kanın alabildiğince
azaltıldığı ve gün ışığında parlamaya başlayan vampirleriyle bu mitin
daha çok uslanmaz romantikleri etkilediğini de hatırlamak gerek. Yine de
Hardwick’in düzgün bir iş çıkardığı ilk filmin ardından seri; öykünün
kendisinde de varolan bayıcı mızmızlanmalarının yanında, ruh emici
melankolisini iyice abartıp yarattığı vampir mitine çok önemli halkalar
da ekleyemeyerek karşımıza korkunç filmler çıkardı.<br />
<br />
Deneyimli yönetmen <strong>Bill Condon</strong>’ın devraldığı son
kitaptan uyarlanan ilk film ise, yönetmenin pek şanına yaraşmayacak
şekilde basit mizansenlerden oluşurken öykü olarak da büyük bir kısmı
düğün güzellemesinden öteye gidemeyen bir vakit kaybıydı. <strong>Condon’</strong>ın tam kaldığı yerden devam ettiği <strong>Şafak Vakti Bölüm 2 </strong>ise
öykünün o bayık romantizmini bir kenara bırakıp biraz daha hareketli
mecralara yönelerek katlanılabilirlik seviyesini üst sınırlara çekiyor.
Elbette filmin özellikle ilk yarısı bitmek bilmez salınmalar eşliğinde
yapay ve sıkıcı anlara da imza atıyor. Her ana bulaşan; romantizmin
cıcığının çıkarılmışlığı, Condon’ın yarattığı TV mizansenleriyle daha da
bayat bir hal alıyor. Ancak bu sefer aralarda çıkartılan ve her biri
bir cümlelik ilginçliğe sahip egzantrik vampir tiplemelerinin seyirciyi
kısa süreli de olsa eğleyebildiğini belirtmek gerek.<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-cvimAtjZsJQ/UKOlyICsNfI/AAAAAAAACw4/4fzET3_zpSk/s1600/bella-twilight-kristen-stewart.-kellan-lutz.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="388" src="http://4.bp.blogspot.com/-cvimAtjZsJQ/UKOlyICsNfI/AAAAAAAACw4/4fzET3_zpSk/s640/bella-twilight-kristen-stewart.-kellan-lutz.png" width="640" /></a><br />
<strong><br /></strong>
<strong>Bella’ya Vampir Dopingi</strong><br />
<br />
Final havasını da destekler biçimde kadronun oldukça zenginleştiği <strong>Şafak Vakti Bölüm 2’</strong>de
elbette yine Bella-Edward-Jacob üçlüsü merkezde yer alıyor. Yalnız
özellikle Bella’ya vampirliğin yakıştığını belirtmemiz lazım. Zira
filmin biraz daha katlanılabilir olmasının en önemli sebeplerinden
birisi de <strong>Kristen Stewart</strong>’ın bu filmde artık baygın
Kezban hallerini bırakıp – daha dönüşür dönüşmez - tam teşekküllü bir
vampir haline gelmesi. Gediklilerin geri kalanı ise aynen bildiğiniz
sinir bozuculuklarına devam ediyorlar. Seride daha önce de gördüğümüz <strong>Michael Sheen, Dakota Fanning, Cameron Bright, Maggie Grace </strong>gibi tanıdık isimlere <strong>Lee Pace </strong>ve <strong>Rami Malek </strong>gibi genç yeteneklerin eklendiği filmin tepe noktası ise tüm kadronun toplandığı Volturi ve Cullen yüzleşmesi elbette.<br />
<br />
Pek sevgili Edward ve Bella’nın bebeklerinin (Renesmee) ‘vampir çocuk’
sanılması ile harekete geçen ve Cullen’ları cezalandırmak üzere yola
çıkıp -herhalde dünyayı onbeş kere dolaştıktan sonra falan- ancak
Forks’a gelebilen Volturi klanına karşı savunma yapmak filmin ana
sorunsalı olarak sunuluyor. Bu sırada pek mutlu vampir ailemiz
Renesmee’nin küçük yaşta insanken vampire dönüştürülmediğini açıklamak
için dünyanın dört bir yanından ‘tanık’ topluyor. Tabii <strong>Twilight </strong>serisinin
mantığına aşinaysanız; ‘‘bir telefon açıp e-mail atıp durumu açıklamak,
ya da bu toplanan tanıkları elçi olarak göndermek gibi makul yollar
yerine ille de niye Allah’ın unuttuğu Forks’taki o açıklık alanda
buluşmak gerekiyor?’’ gibi sorularla hiç vakit kaybetmiyorsunuz.
Cullenlar ve şürekası orada Volturi klanını bekleyip mevsimleri
devirirken siz de ellerinizi bağlayıp onları bekliyorsunuz.<br />
<br />
Yine de itiraf etmeli; final kısmındaki yüzleşme ve aksiyon sekansı –
arada zırvalasa da – belli miktarda bir eğlence sunuyor. Daha fazlasını
bilmeyenlerin tadını kaçırmak için sürprizleri açıklamayalım ama bolca
kafa havada uçuşuyor. Tabii ki yine minimum kan ve maksimum
estetikçilikle... Ancak şu konuda haklarını yemeyelim film biraz da olsa
‘iktidarın yarattığı baskı’ üzerine de gidiyor. Tüm sorun bir çocuktan
çıksa da karakterlerin arada sarfettiği bu tutumlar hafif bir
‘ezilenlerin isyanı’ havası da yaratıyor. Ancak elbette serinin diğer
işlerinin de derin sulara her inmeye kalktığında yaptığı gibi
nihayetinde bir balon gibi fıslayarak sönüyor.<br />
<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-4ds0CKDrfD0/UKOnnaKVtNI/AAAAAAAACxI/V3a7WWZKPnk/s1600/twilight-dakota-fanning-cameron-bright.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="384" src="http://2.bp.blogspot.com/-4ds0CKDrfD0/UKOnnaKVtNI/AAAAAAAACxI/V3a7WWZKPnk/s640/twilight-dakota-fanning-cameron-bright.png" width="640" /></a><br />
<br />
Aslında <strong>Twilight </strong>serisi başladığı gibi bitiyor
diyebiliriz. Son filmin önceki abukluklarına göre biraz daha derli toplu
olduğunu, en azından aralarda cımbızla ‘fena olmayan anlık olaylar’
yakalandığını söylemek mümkün. Ya da bu projede artık mantık aramamak
gerektiğini iyice içselleştirdik. <strong>Alacakaranlık Efsanesi</strong>’nin
son halkası da sonuçta averaj seyirciden ziyade serinin hayranlarını
mutlu edecek ve gözyaşı döktürecek bir iş. Her zamanki gibi sınırlı bir
set tasarımı, oyuncuların her birini <strong>Joan Rivers</strong>’a
çeviren makyaj departmanı; bu kadar para getiren bir iş olmasına rağmen
hala ikinci sınıf olmaya devam eden green screen uygulamalar; sırıtan
CGI çalışmaları (Renesmee’nin bebekliği sanırım çocukluğumdaki ‘sakallı
bebek’ resimlerinden sonra gördüğüm en korkunç şeydi) ve serinin bir işe
yarar tek kısmı olan klasik rock-indie aşk şarkıları seçimleriyle
bilindik sulardan çok da uzaklaşmıyorsunuz. Tabii bu noktada bu yazıyı
ortalama bir seyirci için yazdığımızı da belirtmek gerek, zira azılı <strong>Twilight </strong>hayranlarının serinin daha önceki numaraları gibi buradaki her zirzopluğu da yalayıp yutacağından eminiz.<br />
<br />
<a href="http://www.filmlerim.com/anasayfa" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Filmlerim.com" src="http://filimlerim.com/gfx/filmlerim_flogo.png" /></a></form>
</div>
</div>
</div>
K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-14610843820150595412012-11-09T18:57:00.001+02:002012-11-09T18:57:30.074+02:00Frankenweenie: It's Alive... IT'S ALIVE!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-CWMrLC8FAHg/UJ0py0tmlvI/AAAAAAAACwk/QKRI7RR9004/s1600/frankenweenie-burton-png.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="344" src="http://2.bp.blogspot.com/-CWMrLC8FAHg/UJ0py0tmlvI/AAAAAAAACwk/QKRI7RR9004/s640/frankenweenie-burton-png.png" width="640" /></a></div>
<br />
Hali hazırda bilmeyen varsa <b>Frankenweenie, Tim Burton</b>'ın sinema sektöründe iyice belirmesini sağlayan ilk çıkışlarından birisi, diğer önemli kısa filmi <b>Vincent</b>'la birlikte. Yaklaşık 30 yıl sonra tekrar bu eski dosta dönen Burton açıkçası beni memnun etti. Zira, yönetmenin özellikle 2000'lerde yaptığı işlerden tatmin olmadığımı belirtmeliyim. Benim için son büyük Burton filmi<b> Ed Wood</b>'dur. <b>Mars Attacks, </b>ve <b>Sleepy Hollow'</b>a da laf edemem. İkisi de çok eğlenceli işlerdi. Ama sonrasında yaptığı işlerden <b>- Big Fish </b>istisnası hariç - hiçbiri yüzümü de güldüremedi. Hele hele bu sene <b>Dark Shadows </b>felaketiyle birlikte artık Burton'ın cidden emekli olması gerektiğini falan düşünmeye başladım.<br />
<br />
<b>Frankenweenie, </b>Burton'ın kariyerinin gidişinde büyük bir değişiklik yapmayacaktır muhtemelen, çünkü orijinal fikir henüz Burton'ın paslanmadığı dönemlerden geliyor; zaten filmin falsoları da yok değil. Ama çok negatif oldum, biraz olumlu yanlara bakalım. Her şeyden önce yarım saatlik süresiyle gayet etkili bir öykü anlatabilen orijinalinden sonra her türlü 'uzun metrajlaştırma' fikri 'sakız gibi sündürmek' niteliğinde olacak diye düşünüyordum. Ne var ki, <b>Frankenweenie, </b>bu konuda çok doğru adımlar atıyor. Orijinalde var olan tüm temalara ek olarak 'çocuklar arası ilişkileri' daha baskın bir şekilde öyküye yediriyor ve itiraf etmeliyim öyküyü orijinalinden daha sürükleyici bir hale getiriyor. Tabii bu anlamda fikir olarak daha başarılı olsa da işin yürütme biçimi mükemmele ulaşmaktan uzak. Çünkü bir noktadan sonra işin suyu çıkıyor ve ortalık canavardan geçilmiyor. (Bir de hepsinin neredeyse tek tek sahne alması işi sıkıcılaştırabiliyor) Ama yine de bu kadarını da yiyebiliyoruz, yani filmi batıracak kadar rahatsız edici değil.<br />
<br />
Stop-motion kısmı gayet başarılı ve reji de çok akıcı. Orijinal filmdeki gerçek köpeğin şirinliği ve o durumun getirdiği komedi yok, ancak zenginleştirilen karakterler yine de - her Burton filminde olduğu gibi - oldukça eğlenceli ve öykünün sarktığı yerde bile tek başına takip ettirecek kadar güçlü. Seslendirme cephesinde <b>Winona Ryder, Catherine O'Hara, Martin Short </b>ve <b>Martin Landau </b>gibi eski Burton gediklilerini duyuyoruz. Ama çok yaratıcı ve 'aman tanrım' bir şey yok. Sadece <b>The Middle</b>'la tanıdığım ve arıza derecesinde yetenekli olduğunu düşündüğüm <b>Atticus Shaffer</b>'ın görüntüde pek abartılmış Edgar karakteriyle yüzümüzü güldürdüğünü söylemek lazım.<br />
<br />
Sonuçta baktığımızda <b>Frankenweenie, </b>Burton filmografisine hoş bir halka ekliyor ve daha çok biz büyük çocukları hedef alan bir iş çıkarıyor. (Gerçekten de öyle 8-9 yaşından küçük çocuklarınız varsa buna götürmeyi hayal bile etmeyin. Zaten dublajlı kopyası da yok gösterimde.) <b>Danny Elfman</b>'ın şık müzikleri, sarkmalar olsa da genel olarak çalışan senaryosu, renkli karakter tasarımlarıyla, bu senenin iyi animasyonlarından birisi... Ama henüz Burton'la barışmadım.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1067825530767668162.post-62777845605365715272012-11-06T02:17:00.000+02:002012-11-06T02:28:06.449+02:00Skyfall: The old ways are sometimes the best<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-ochTmCinbAg/UJhNu00BFmI/AAAAAAAACv0/ljvVcCwprcw/s1600/skyfall-bond.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://2.bp.blogspot.com/-ochTmCinbAg/UJhNu00BFmI/AAAAAAAACv0/ljvVcCwprcw/s640/skyfall-bond.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Skyfall </b>hakkında bir şey yazmayacaktım aslında. Basın gösterimi sırasında 30'una kadar bir şey yazılmaması rica edilmişti. Ben de ona uydum, ama sonra da unuttum üzerine yazmayı, vizyona girdi, falan filan... Ama etrafta - bence çok abartılı yorumlar - gördükçe konuşasım geldi. O yüzden 1-2 bir şey söyleyeyim buradan diye düşündüm. Her şeyden önce bunun en iyi Bond filmi olduğunu düşünmüyorum, zaten böyle bir iddiada da bulunamam çünkü Bond filmlerinin hepsini seyretmedim. Ama sadece <b>Daniel Craig</b>'inkileri düşünürsek bile benim favorim hala <b>Casino Royale. </b><br />
<br />
<b>Daniel Craig</b>'in Bond'u gerçekten de olaya taze bir şeyler kazandırdı ve ana karaktere biraz daha boyut kazandırması açısından da <b>Casino Royale</b>'de yeterince şaşırmıştık. Sonrasında gelen <b>Quantum of Solace </b>hayal kırıklığı ardından <b>Skyfall </b>kesinlikle rahat bir nefes aldırıyor. Ama <b>M'</b>e dair yaratılan kişisel hikaye, politik meseleler konusunda öyküye daha iyi yedirilen entrikalar filmi iyi yapmayı kılıyor mu? <b>Skyfall </b>metin açısından baktığımızda gayet iyi bir iş ama - bunu söyleyeceğime inanamıyorum - çok doğru ellerde değildi bence. Evet <b>Sam Mendes</b>'den bahsediyorum. Ben izlediğim hiçbir Bond filminde bu kadar özensiz bir şekilde kesilmiş aksiyon sekansları hatırlamıyorum. Tamam işin içinde iyi oyuncu performansları, şık mizansenler ve <b>Roger Deakins'</b>in - her zamanki gibi - olağanüstü çalışması vs. var, eyvallah ama ben Bond filmi izliyorsam işin aksiyon kısmında biraz daha profesyonellik beklerim. Açılış sahnesinden itibaren hiçbir aksiyon sekansı bence tam olarak işlemiyordu. Aralarda özellikle Shanghai sekansları gibi atmosferi harika yaratılmış işler de vardı. Sonlardaki 'Skyfall' saldırıları da gayet eğlenceliydi, ama <b>Sam Mendes'</b>in bu iş için uygun olduğu ve çıkarılabilecek en iyi Bond'u çıkardığına katılmıyorum. Ben filmi beğendim bu arada... Yukarıda yazdıklarımdan beğenilmemiş gibi algılanmasın. Sadece olağanüstü olduğunu düşünmüyorum.<br />
<br />
Bu 'olağanüstülük' içinde uçulan bir durum da... Filme birden bire tanınan Oscar şansı. Hayal görmeyin arkadaşlar... teknik kategorileri veya sırf <b>Adele </b>olduğu için abartılan klasik Bond şarkısı normlarında hazırlanmış şarkısıyla falan belki adaylık alabilir. Ama <b>Javier Bardem, </b>hele hele <b>Judi Dench</b>'in adaylıklar için adının geçmesi çok saçma. Hadi Bardem gösterişli, onu anladım Dench ne yapıyor? Sırf bu sefer kendisine özel bir hikayesi ve daha uzun screentime'ı var diye, bununla aday mı olacak? Yapmayın etmeyin...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-BFgRMhl-CEk/UJhWSdXa8PI/AAAAAAAACwQ/SIYz9E3T1z4/s1600/skyfall-istanbul.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://2.bp.blogspot.com/-BFgRMhl-CEk/UJhWSdXa8PI/AAAAAAAACwQ/SIYz9E3T1z4/s640/skyfall-istanbul.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Gelelim bir başka sorunsala... Aman İstanbul'u nasıl göstermiş, İstanbul'dan giriyormuşuz Adana'ya bağlıyormuşuz, Çarşımızı pazarımızı Ortadoğu gibi göstermiş, bizde öyle trenler yokmuş... Siz hiç Eminönü'ne gittiniz mi Allah aşkına? Adamlar bütün yaz burada yerleri yurtları belli şekilde çekim yaptılar. Maslak gökdelenlerinden çıkan beyaz yakalıları ya da Bebek Kahve'de oturan 'nezih'cikleri mi göstereceklerini sandınız? Ayrıca aksiyon sinemasında bu esastır kalabalık bir yere dalarsın. Siz de takdir edersiniz ki her tarafımızı saran AVM'ler sayesinde açık alan kalabalık tek yerimiz o taraflar kaldı, birkaç da tezgah kurup çarşıya dönüştürmüşler işte, ne var? Allah için iyi de resim veren yerler İstanbul'un her tarafını saran çirkin beton yığınlarını ne yapsın adam?<br />
<br />
Adana'ya bağlama işine gelince. Bu niye sürpriz oldu bilmiyorum, daha buradaki çekimlerden belliydi öyle bir bağlama yapacakları. Siz Amerikan aksiyonlarında gördüğünüz bütün sokakları birbirine bağlı mı sanıyorsunuz? Onların yarısı Kanada'da yarısı Avustralya'da çekiliyor bazen. İnsanlar sinema tarihinin başlarında Sovyetlerin montaj trüklerini çözmesiyle bunu aşalı neredeyse 100 yıl olacak... Geçin artık bunları. O çekim hatası bulmaya bayılanlar, bu bir çekim hatası değil. Tren meselesine gelince, senaryo gereği arkası parçalanacak bir trenin vagonunun ona göre yapılması lazım. Burada senaryo denen bir şey var, TCDD tanıtım filmi çekilmiyor burada.<br />
<br />
Bizim ülkedeki sahnelerde casting çok başarılıydı. Hiçbir abartı vs. de yoktu. Her şey olduğu gibiydi (ki, bu niye bu kadar önemli onu da anlamıyorum, emin olun yurtdışında onu izleyen seyircilerin yarısı açılış sahnesinin nerede geçtiğini bile bilmeyecek, anlamayacak, merak etmeyecek) Bir kere daha gördük ki, hiçbir şekilde bize saldırmayan şeylerde bile kompleksimiz tavan yapıyor ve ödümüz kopuyor 'tasvip etmediğimiz şekilde sunulmaktan...' Aşın artık bunları rica ediyorum. Bakın daha <b>Argo </b>gelecek, orada İstanbul'u İran olarak gösterecekler. Artık kalp krizinden gidersiniz izlerken.<br />
<br />
<b><i><u>PS.</u></i></b> <b>Ralph Fiennes</b>'ı serinin geleceği açısından iyi görüyorum ama Dench'in yerini dolduramaz bence. <b>Ben Whishaw</b>'un Q'suna ise alışamadım. <b>Naomie Harris</b>'in karakteri de güzel sürpriz oldu. Bu arada <b>Idris Elba </b>dedikoduları dolanıyordu ama <b>Daniel Craig</b>'le 2 filmlik daha anlaşma yapıldı. Yani Elba sevdalıları bence bu hayale veda etsin. 2 Bond filmi daha çekilip bitene kadar yeni birini bulurlar.K.D. Yılmazhttp://www.blogger.com/profile/06161311476292742492noreply@blogger.com0